Yapım Tarihi - 2018
Süre - 00:19:54
Format - Kurmaca, Renkli, Arapça
Yönetmen - Fırat Yavuz
Ülkemizde ve dünyada şu an kötü koşullarda mülteci hayatı yaşayan kadim Suriye
halkıyla belki küçük bir empati kurmuş olduk. Cihatçı çeteler ilk kez kısa
metraj bir kurmaca bir filmde canlandırılarak seyirci önüne çıkacak. Ulusal ve
uluslararası gösterim platformlarında bu yönleriyle filmimizin dikkat
çekeceğine, Ortadoğu barışına küçücük de olsa bir katkı sunabileceğimize
inanmaktayım.
2. AFSAD Kısa Film Yarışması, Kurmaca Dalı, Yarışma Filmi. 2018
Kaynak
AFSAD Kısa Film Yarışması
Projenin Kısa Bir Özeti
Adım Fırat yavuz. Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema lisansı ve Marmara
Üniversitesi Sinema yükseklisansı yaptım. Bugüne çeşitli kısa metrajlı filmlerin
senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendim. Ayrıca çeşitli kliplerde
yönetmenlik, belgesel filmlerde editörlük yaptım. Başta MKM Sinema olmak üzere,
bağımsız farklı kurumlarda sinema eğitmenliği de yaptım.
Sevgi Dediğin benim 4. kısa filmim olacak. 2010'da Dut Zamanı'nı, 2011'de Toros
Canavarı'nı, 2014 ise Dem û Hebûn / Hırsız Kent'i çektim. Bu filmlerden
yurtiçinde ve yurtdışında birçok senaryo ve film ödülü aldım. Filmlerimi hem
özel fonların, hem de dostlarımızın desteğiyle bağımsız olarak
gerçekleştiriyorum. Son yıllarda kültür bakanlığına hiç başvurmamayı bir ilke
olarak benimsiyorum.
Filmlerde kurduğum ekiplerim, hem profesyonellerden hem de amatörlerden oluşan,
ekipmanı profesyonel olan işler oluyor. Sevgi Dediğin'de de bu tarzı uygulamayı
tercih ettim. bu projede diğerlerinden farklı olarak birkaç özellik öne çıktı.
Türkiye'deki kısa film çekim şartlarına göre oldukça yüksek bütçeli bir çalışma
oldu. Hiç bilmediğim Arapça dilinde, kalabalık bir oyuncu ve figürasyonla
çalıştık. Ekibimizde herkes neredeyse 2 kişilik çalıştı. Yardımcı yönetmenim
Ufuk Demirbilek başta olmak üzere bütün ekip filmin hazırlık aşamasından kurguya
kadar elinden gelen bütün özveriyi gösterdi. Suriye'nin Halep kentinde geçen
hikaye için Antakya şehrinde çekim yaptık. Ortadoğu'da son yıllardaki savaş ve
yıkımın, bireyler ve halklar üzerindeki etkilerini kısa'dan anlatmaya
çalıştığımız bir aşk ve dostluk hikayesi oldu, Sevgi Dediğin. Ülkemizde ve
dünyada şu an kötü koşullarda mülteci hayatı yaşayan kadim Suriye halkıyla belki
küçük bir empati kurmuş olduk. Cihatçı çeteler ilk kez kısa metraj bir kurmaca
bir filmde canlandırılarak seyirci önüne çıkacak. Ulusal ve uluslararası
gösterim platformlarında bu yönleriyle filmimizin dikat çekeceğine, Ortadoğu
barışına küçücük de olsa bir katkı sunabileceğimize inanmaktayım.
Halep'te tutunamayan bir solcu
Genç yönetmen Fırat Yavuz 'Toros Canavarı'ndan sonra Halep'te tutunamayan solcu
bir mülteciyi anlatan "Sevgi Dediğin" filmini çekti. Kürt ve Arap mülteciler rol
aldığı filmi zor koşullarda çeken Yavuz, ''Kürt sinemacılar popüler kültüre,
festival popülaritesine çabuk göz kırptılar'' diyor.
Bol ödüllü "Toros Canavarı" adlı filmin yönetmeni Fırat Yavuz’un son projesi
"Sevgi Dediğin" isimli kısa metrajlı film. Suriye savaşının yarattığı yıkımı
anlatan film, iç savaşı öncesi ülkesini terk etmiş, yakın bir arkadaşının
hastalığını öğrenerek Halep’e geri dönen Abdullah’ın üzüntüsünü anlatıyor.
Öncelikle sizinle başlayalım. Sinemaya olan ilginiz nereden geliyor?
Sinemaya ilgim, çocukluğumu yaşadığım İskenderun’a, 1990’lı yılların başlarında
Yılmaz Güney’in yanılmıyorsam "Yol" filminin gelmesiyle başlar. Bize efsane gibi
gelen bu insanın filmi, Kanatlı Sinemasına gelmiş ama ben gidip izleyememiştim.
Çocukça ve mistik bir meraktı. Üniversitede sinema okumayı çok bilinçli olarak
düşünmemiştim ama sınavlara girerken rutin iş yapacağım bir bölüm tercih
etmeyecektim. Sonuçta Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Sinema bölümünde
Senaryo Yazarlığı okudum. Ardından Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
Sinema Yüksek lisans öğrenimi gördüm.
Şimdiye kadar kaç film çektiniz?
Bugüne kadar, çektiğim klipleri, kamu spotlarını ve tanıtım filmlerini
saymazsak, 4 kısa metraj film, bir belgesel çekme şansım oldu. 2010’da "Dema
Tuyan/Dut Zamanı", 2011’de "Toros Canavarı", 2014’te "Dem û Hebûn/Hırsız Kent"
ve yeni çektiğim "Sevgi Dediğin" isimli film. "Bir Zaman Hikayesinde 16 Mart"tı
isimli belgesel ise ne yazık ki çok talihsiz bir olay yüzünden çoğaltılamadan
kayboldu. Bugüne kadar 5 kısa film senaryosu ve iki yıl önce yazdığım "Hasret"
adlı bir uzun metrajlı film senaryosunu yazdım. İlk çektiğim kısa film olan Dut
Zamanı’nın senaryosunu başka bir arkadaş yazmıştı ve onunla ortak yönetmenlik
yaparak filmi çektik.
Yeni filminiz ’Sevgi Dediğin’deki Abdullah karekterinden söz edersek; Suriye
halkının dramı ve mülteci sorunu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Abdullah karakteri, Suriye’nin Halep kentinde, savaştan önce rejime muhalif ama
tutunamayan bir solcudur. 2011 savaşından birkaç yıl önce farklı umutlarla
Batı’ya gidip aslında umduğunu bulamayan, yine de iyimser bir mültecidir.
Savaşla birlikte eskiden yaşadığı Halep yerle bir olmuştur. Aldığı son haberde
orada bir zamanlar aynı örgütten olan, kendisinden yaşça büyük en yakın dostu
Ebu Xelîl ağır hastadır ve belki de ölecektir. Son dostluk görevini yerine
getirmek için döndüğü Halep’in doğusu yok olmuştur ve cihatçı çetelerin eline
düşmüştür. Hikaye, Doğu ile Batı Halep arasında, tamamen yıkılmamış bir yerlerde
geçiyor. Abdullah’ın, Ebu Xelîl’in; Halep’e ait geçmişleri ve gelecekleri yarım
kalmıştır. Dahası yok olma tehdidindedir.
Neden Halep?
Halep, "süt veren" anlamına gelir. Ortadoğu’nun en eski tarihine, kültürüne
sahip kozmopolit bir şehirdir. Binlerce yıllık ekonomik ve kültürel bir geçmişi
var. Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin bir arada hoşgörü içinde yaşadığı,
dünyadan her yıl birçok ziyaretçinin geldiği bir yerdi. Bugün savaşta önemli bir
kısmı yıkıldı ve bu yıkımın bizler için özü itibariyle, Sur, Cizre, Nusaybin
gibi şehirlerin yıkımından farkı yok. Hangi savaşın iyi olduğunu söyleyebiliriz?
Savaşlar ülkedeki çoğu insanı mültecileştirir. Abdullah geri döndüğünde artık
kendi ülkesinde de mültecidir. Bugün milyonlarca Suriyeli de öyle. Yersizlik,
yurtsuzluk, kökünden kopmak yok oluşun başlangıcıdır. Yeryüzündeki bütün halklar
bir kader ve yaşam bağı ile birbirlerine bağlı ve aslında benim için tüm
savaşlar iç savaştır. "Sevgi Dediğin" filmini Kürt sinemacılar olarak
Suriye’deki kardeş Arap halkının acılarını birazcık olsun paylaşmak için çektik.
Film 20 dakika çıkacak ve izleyenleri Suriye halkıyla en azından 20 dakikalığına
empati kurmaya, duygudaş olmaya davet etmeye çalışıyor.
Filmde kimler oynadı? Ve filmin dilini neden Arapça tercih ettiniz?
Filmde, Arapça bilen Rojavalı Kürtlerden, Suriyeli ve Hataylı Araplardan
insanlar rol alıyor. Türkiye’de yaşıyorsanız, bir filmde oynaması için Arapça
bilen profesyonel oyuncu bulmak çok zor bir iş. Biz de, uzun arayışlardan sonra
tam da Kürt ve Arap mülteciler içinden yetenekli olduğuna inandığımız bazı
kişileri bulduk. İki ana karakterden biri olan Abdullah’ı oynayan Ciwan
Qamişlolu, yaşlı Ebu Xelîl’i oynayan Muhammed ise tesadüfen Halepli’ydi. Zaten
rollerini dağıtıp onlarla çalıştığımızda sanki herkes kendini oynamıştı. Bunlara
Antakya’da Arapça amatör tiyatroculuk yapan arkadaşları da ekledik. Ben
senaryoyu Türkçe yazmıştım. Çeviriyi ve senaryoyu aynı anda çalıştık. Yani bir
yandan sahne ve mizansenleri çalışıyorduk, bir yandan Arapça harfler kullanarak
diyalogları Halep Arapça’sına çeviriyorduk. Konuşma dili, yazı dili, gırtlak ve
ağız çalışmaları özenle yapıldı. Cihatçı çetelerin Arapça’sı ise tam da onların
gerçeğine uygun değişik değişik Arapça’lar oldu. Türkiye’de sanırım ilk kez
böyle bir çalışma şekli oldu.
Film nerde ve hangi koşullarda çekildi?
Filmi, Hatay’ın Antakya ilçesinde eski tarihi sokakların olduğu yerlerde çektik.
Araştırmalarımızdan sonra yapım ekibi olarak buraların, Halep’i canlandırmak
için en uygun yerler olduğu fikrine varmıştık. "Sevgi Dediğin" gerek finansal,
gerek prodüksiyon açısından oldukça zor koşullarda çekildi. Pek çok insan, Hatay
gibi sınır bir bölgede ve OHAL koşullarında filmin çekilemeyeceğini
söylüyorlardı. Biraz da abartılı korku vardı herkeste. Senaryoda biraz politika,
çeteler vb. şeyler olunca bazı sinemacılar da dahil, insanlar geri adım
atıyorlardı. Bunun dışında az önce belirttiğim, farklı dil bilen oyuncu bulmak
çok zor bir mesele oldu. Cast’ı oluşturmak ve çalışmak zor olduğu kadar da
heyecanlı aşamalardan biriydi.
Kısa metrajlı filimlerinizin kolektif bir çalışmanın ürünü olduğunu ve Kültür
Bakanlığı'ndan maddi yardım istememeyi prensip edindiğinizden söz etmiştiniz.
Bize biraz bunu açar mısınız? Kimlerden destek aldınız?
Filme kurumsal düzeyde hiçbir yerin destek vermediğini söyleyebilirim. Epey
uğraşmamıza rağmen bütçe kaynağı bulamadık. Kültür Bakanlığı’nın projelerimiz
üzerinde finansal ve fikirsel tekelciliği, sansür vb. müdahalesi olmasın diye
son yıllarda oraya başvuru yapmıyorum. Ancak daha kötü olan, herhangi bir fon
kaynağı bulmak da Türkiye’de çok zor. Bazı Sivil Toplum Kurumları, kültür
kurumları hem ekonomik durumlarını, hem de ülkedeki faşist süreci gerekçe
göstererek destek vermek istemediler. Antakya’daki yerel belediyeler de aynı
kaygılarla ve bürokratik hantallıkla davranınca oralardan da bir destek çıkmadı.
Sadece Samandağ Belediyesi’nden, (o da araya kişisel ilişkiler devreye
sokularak) oldukça komik bir rakamda destek aldık. Kürt kültür kurumları da
konuyla pek ilgilenmediler. Ben de kendi cebimdeki 3-5 kuruş parayla ve birkaç
arkadaşımdan aldığım küçük desteklerle filmi çektim.
20-25 kişilik profesyonel ve amatör karışımı bir ekiple bu filmin çekimini
gerçekleştirdik. Ekibin bir kısmı İstanbul’dan, bir kısmı Antakya’dan oluştu.
Diyebilirim ki ekipteki herkes iki kişilik çalıştı. Paramız azdı ama işini iyi
yapan, huzurlu, motive bir kolektif oluşturduk. Çünkü hepimiz projeye
inanıyorduk. Sanırım Türkiye şartlarında, bir kısa film için, yabana atılmayacak
bir prodüksiyon oldu. Şu ara post prodüksiyon aşamasının bitip filmin
tamamlanabilmesi için "fongogo" adlı kitlesel fonlama sitesinde bütçe desteği
bekliyor.
Filmlerinizin temasında muhalif bir çizgi ve siyasi bir derinlik var. Bunu
tercih etmenizdeki sebepler nedir?
Kürtler olarak, sanata dair bir çalışma yapmaya kalktığımız an, hem bizim
doğamızdan hem de sanatın doğasından kaynaklanan muhalif ve politik bir çizgiye
gelmiş oluyoruz sanırım. Bunu iyi ya da kötü, hemen hemen yapılan bütün
örneklerde görmek mümkün. Söz konusu kısa film olunca bu alanın, sinema içinde
estetik, politik ve ekonomik olarak bir özgürlük alanı, daha çok bağımsız veya
özerk bir çalışma tarzı sunduğunu söyleyebilirim. Çünkü her ne kadar finansal
desteklerin sunulmadığı ya da az sunulduğu bir alan olsa da, bir şekilde uzun
metraja göre yükü az olan bir maliyetle, içerikten fazla taviz vermeden
üretebiliyorsunuz. Neticesinde ticari bir kaygı da yok. Ayrıca baskı ve sansürün
fazla olduğu bugünkü gibi dönemlerde, kısa film, bu baskı ve sansür
zihniyetinin, mekanizmalarının aşılabileceği anlatım tarzlarının olanaklarını
veriyor. Bir de internet gibi sınırsız bir gösterim mecrası var. Uzun metraj
çekip böyle dönemlerde zorlanan sinemacılar da, tekrar kısa metrajlara
dönebilmeli bence. Önce kısa film vardı.
Son dönem sinema alanında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Daha çok sinema filmi
yerine dizi filmler çekiliyor. Ticari kaygı sinema sanatının önüne geçmiş
durumda. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de 1960-1970’lerin kısmi özgürlük ortamını saymazsak -ki o dönemde bile
seks filmleri furyası patlamıştı- hemen her dönemde sinemada ciddi sıkıntılar
yaşanıyor. Film üretiminin ordunun güdümünde başladığı (1914) kaç ülke vardır
hatırlamıyorum. 1930-50 arası Muhsin Ertuğrul tekelciliği, 1980 darbesinden
sonraki 10 yılda amaçsız, aşırı bireyselleşmiş, kimlik kaybı yaşayan işler,
90’lardaki üretim bulanımı ve kıtlığı… Ve bütün bu dönemlerin üzerinde
Demokles’in kılıcı gibi sallanan sansür. Türkiye sineması bugün bile kurumsal,
sektörel bir yapılanmadan uzak. Şimdi de bakıyorsunuz absürd demeyeceğim (absürd:
anlamlı saçma’dır), içi boş komediler, ticari dertlerin ön planda olduğu
yapımlar, iç dünyayla dış dünya arasındaki bağı kopmuş konulu, karakterli
filmler çekiliyor. Her şeyden önce düşünce, zaman ve ekonomi israfı.
Bir de sosyal, kültürel ve ekonomik adaletsizliğin ağır bastığı böylesi
dönemlerde bu tür kaçış, seyirciyi oyalama filmleri mantar gibi türemeye başlar.
Şimdiki film türleri homojen değil. Bir filmde her şeyden biraz var, ama ortada
konu bütünlüğü yok, sahici bir eğlence yok, sanat yok. Asıl üzücü kısım buna
alternatif olabilecek filmlerin ve bu film seyircilerinin çok azalması,
sinemacıların ve genel olarak insanların ürkekliği. Halbuki Visconti’ler,
Tarkovski’ler, Rossellini’ler, Chaplin’ler böyle zamanlarda ortaya çıktılar.
Kürt sinemasının geldiği noktayı bir sinemacı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sineması son 20 yılda bir çıkışa geçti. Kuzey’de ve Güney’de değerli
yönetmenler ve filmler ortaya çıktı. Uluslararası arenada ciddi ödüller alan
yapımlar var. Ancak sürekli olarak yakın yılların bireysel ve toplumsal acıları,
farklı bakış açıları geliştirilmeden, benzer yollarla ve anlatımlarla
filmleştiriliyor. Bir de Kürt sinemacılar, popüler kültüre, festival
popülaritesine çabuk göz kırptılar.
Kürt sinemasının edebiyattan, tarihten, mitolojiden, farklı sanat alanlarından,
son yılların direniş hareketinden yeterince beslendiğini söylemek zor. Şu ara
Türkiye’deki ve Kuzey’deki sinemacılar, Türk sinemacılar gibi sessizliğe
gömüldüler. Kürt sinema kurumları ise, zihinsel ve sanatsal altyapıyı
oluşturacak, yetenekleri geliştirecek temelleri atmakta sorunlar yaşıyor. Bunun
ilk sebebi, sanat-kurumsallık ilişkisinin hala çok merkeziyetçi bir yerden ve
işlevsel ele alınıyor olmasıdır. Her şeye rağmen daha dinamik, yaratıcı bir
işlerlik kazanılabilmeli. Buradaki sanat-kurumsallık ilişkisinin tarihteki
örneklerini iyi incelemek lazım. Sanat toplumsal olduğu kadar özerk ve
bireyseldir de.
Sanatı sınırsız kılıyor
Dördüncü kısa metrajlı filminizi çektiniz. Neden kısa metrajlı film çekmeyi
tercih ediyorsunuz?
Kısa film çekmek farklı düşünme ve bakış açısı geliştirme açısından sınırsız bir
mecra. Kısa süre içinde istediğiniz konuda bir senaryo yazmak, ardından birkaç
gün içinde cüzi bir bütçeyle filmi çekebilmek, en geç birkaç haftada da
kurgusunu yapmak… Bunlar sınırlılığı getirmiyor. Neyin hikayenin ve kadrajın
içine girip neyin girmeyeceğini daha incelikli ve hızlı belirliyorsunuz. Bunlar
düşünce ve pratik yaratıcılığı geliştiriyor. Sanatın sınırsızlığına yakın bir
dil ve tarz.
Önümüzde ki dönem başka projeleriniz var mı?
Yakın bir zamanda Rojava’yla ilgili yazdığım uzun metrajlı film senaryomu
Rojava’da çekmek istiyorum. Ayrıca iki uzun metrajlı ve bir kısa metrajlı film
projeleri taslaklarım var. Bunları yazıp çekmeyi umuyorum.