Ali İpar


Yönetmen

Doğum Tarihi - 1921
Ölüm Tarihi - 12 Haziran 2015, Brezilya

Ali İpar 1921’de doğmuştu ve ailenin üçüncü çocuğuydu. Şeker Kralı ve Atatürk'ün Mütehhadidi olarak anılan Mehmet Hayri İpar'ın oğlu. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ABD’de yaşamaya başladılar. İpar Ailesi bir arkadaşlarının aracılığıyla Los Angeles’ta Beverly Hills semtinde muhteşem bir malikâne satın aldı. Aile 1942’den itibaren peyderpey bu ülkeye gitti.

Los Angeles, aynı zamanda dünya sinemasına yön veren Hollywood’un da bulunduğu şehirdi. İpar Ailesi’nin çocuklarında birdenbire bir sinema oyuncusu olma hayali başlamıştı. Bunun için “Hollywood Canteen”ler geziliyor, belki bir artist ajanı keşfeder düşüncesiyle hareket ediliyordu. İpar kardeşler, zamanla kurdukları arkadaşlıklar sayesinde Hollywood partilerine katılmaya başladılar. Bir ara Şaziye’nin Ünlü aktör Cary Grant ile büyük bir aşk yaşadığı yazıldı sinema dergilerinde. Bir başka zamanda en Küçük kardeş Mehmet’in Ünlü aktör Tyrone Power’a olan benzerliğinin artist ajanlarınca fark edildiği ve kısa zamanda film teklifleri alacağı haberleri dolaşmaya başladı Hollywood’da. Fakat sinemayla en yakın teması ailenin büyük oğlu Ali İpar sağlayacaktı. Howard Hughes, Spyros SkoUras, Louis B. Mayer gibi sinemacılarla kısa zamanda yakın dostluklar kuracaktı.

1945’te II. Dünya Savaşı bitip, ortalık durulunca Mehmet Hayri İpar, ailesini tekrar İstanbul’a getirdi. Önce Emine Tevhide hanım ve kızları geldi. Ali ve Mehmet bir süre daha ABD’de kaldı.

Ali İpar 1948’de yakın arkadaşı yönetmen William Rowland’ın Louis K. Ansell Productions şirketi adına çekeceği Woman in The Night adlı filmin senaryosunu yazdı. Meksika’da çekilen filmin setinde Ünlü aktris Virginia Bruce (1910-1982) ile tanıştı. Virginia Bruce sessiz sinemanın Yıldızı John Gilbert’la evlenip boşanmış, ikinci kocası da ölmüş, iki çocuklu Güzel bir duldu. Ali İpar daha ilk anda âşık olduğu bu kadınla, aralarından on bir yaş fark olmasına rağmen 1948’de evlendi. Anlatıldığına göre aile önceleri bu evliliğe karşı çıkıyordu ama bu aşka engel olamadıkları için kabul etmek zorunda kaldılar. Ali İpar aktris eşini 1950’de İstanbul’a da getirdi ve bu olay o günlerin gazete ve dergi sayfalarını günlerce meşgul etti.

Ali İpar zaten Virginia Bruce’la bu arada evlendi. İparlar’ın sessizce ülkeyi terk edişleri o günkü gazetelerde çok eleştirilmişti. Fakat dönüşleri adeta bir karnaval havasına büründü. Çiftehavuzlar’daki köşkte renkli davetler yeniden başlamıştı ve bu davetlerin müdavimleri arasında artık ülke yönetiminde söz sahibi olanlar da vardı.

Takvimler 1949 yılı baharını gösterirken aktris eşi Virginia Bruce ile İstanbul’a gelen Ali İpar hemen bir yıl sonra da askere çağrıldı. Bu yüzden çift arasında tartışmalar çıktı. Virginia Bruce eşi askerdeyken, onu İstanbul’da ailesinin yanında beklemek istemiyordu. Bu yüzden araları açılan çift 1951 yılında, anlaşarak ayrıldı.

Ali İpar, askerlik sonrası unutamadığı eski eşi Virginia Bruce ile yeniden evlendi. 1952 yılı sonunda yapılan bu evlilik, 1964’e kadar tam 12 yıl sürdü. Çift ayrıldıktan sonra da dost kalacak, arkadaşlıkları Virginia Bruce’un 1982’deki ölümüne kadar devam edecekti.

Ali İpar, yenilenen evliliğinin ardından, bir sinema filmi çekmek üzere kolları sıvadı. Bu öyle bir film olmalıydı ki Hollywood’dakilere Taş çıkarmalıydı. O günlerin Türk sineması daha çok Arap filmlerinden etkilenen melodramlardan oluşan, siyah-beyaz filmlerdi. İpar, tamamen batılı tarzda ve renkli bir filmin çekimine karar vermişti.

“Sinemaya ilk gençliğimden beri büyük ilgi duydum. Daha Galatasaray Lisesi öğrencisiyken ailemin Amerika’ya Hollywood’a yerleşmesi nedeniyle kendimi bu camianın içinde buldum. Sinemayı yakından tanımayı aklıma koymuştum. Gerçekten bunu başardım. Senaryolar yazdım, prodüktör yardımcılığı ve sonraları da prodüktörlük yaptım. Savaş sırasında bir grupla birlikte Meksika’da İspanyolca-İngilizce bir film çektik. Askerliğim için Türkiye’ye dönünce kameraman İlhan Arakon ile tanıştım. İşte o burada da film yapmayı aklıma soktu. Oturduk, bir iki kısa film yaptık İlhan Arakon’la… Ben o sıralarda Virginia Bruce isimli o günlerin Yıldız bir aktrisiyle evliydim. O da bana destek veriyordu ama o buradaki şartların tıpkı Hollywood’daki gibi olduğunu sanıyordu. Ben bir senaryo yazmıştım eski bir tarihte. İşte bir şehirde salgın bir hastalık çıkacak ve bir grup insan bu hastalığa karşı kahramanca karşı koyacaktı. Aslında hemen her yerde çekilebilecek bir hikâyeydi bu, yani İstanbul için yazmamıştım ki… Bunu İstanbul şartlarına göre düzenleyip çekime giriştik. Bu filmin yalnızca senaryo ve diyalogları benimdir. Filmi İlhan Arakon çekmiştir ve ben bu filmi o olmasaydı katiyen çekemezdim. İlhan Arakon, inanılmaz teknik zorlukları yenerek, o günün şartlarında imkânsız denebilecek şeyleri yaparak bu filmi tamamladı. Küçük, 16mm bir el kamerasıydı kullandığımız. Bir de Singer dikiş makinesi motoru kullandık. Makine, kurma olduğu için en fazla 28 saniyelik çekimler yapabiliyordu. Ben de oturup tüm senaryoyu böyle bir çekim hızına göre yeniden yazdım. Filmin diğerlerine oranla tek farkı bence renkli olmasıydı…”

Ali İpar, başrollerini eşi Virginia Bruce ve Kenan Artun’a verdiği bu renkli filmine Salgın adını koydu. Film çekimleri 1952 sonunda başlamıştı. Ama filmin laboratuar işlemleri için Amerika’ya gönderilmesi vizyon şansını geciktirdi. Aynı günlerde Muhsin Ertuğrul da Halıcı Kız adlı yine renkli bir film çekmekteydi. Bu film de laboratuar için yurtdışına, Almanya’ya gönderildi. Tabii ki bu film İpar’ın filminden çok önce gelip vizyona girecekti. Yani Salgın Türk sinemasında ilk renkli film olacaktı ama ilk vizyona giren asla…

“Filme çok para harcamadık. Herkes amatördü Virginia ve Kenan dışında. Kadroda benim o zamanki terzim, berberim, Amerikan konsolosluğunda görevli bir ataşenin kızı, İlhan Arakon’un birkaç arkadaşı falan oynadılar. Filmi sessiz fakat İngilizce çektik. Dublajı kolay olsun diye. Kenan Artun hiç İngilizce bilmeden oynadı. Virginia büyük stüdyolar beklerken karşısında Küçük bir alan ve el kamerası görünce şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırdı. Çünkü o Hollywood’da daha büyük kameralarla çalışmaya alışmıştı ama iyi oyun çıkardı. Bizim filmimiz vasat bir filmdi aslında. Kötü değildi. Amerika’da hem sinemalarda vizyon buldu hem de televizyonda gösterildi. Öyle çok ağır eleştirilmedi. Ayrıca filmdeki İstanbul oldukça ilgi de gördü…”

Ali İpar’ın sinema serüveni ilk deneyimin çok başarılı olmaması nedeniyle kısa sürdü. 1954’te bu kez belgesel film yapmaya karar verdi. Görüntü yönetmeni yine İlhan Arakon’du. Filmin konusu bu kez İstanbul’du. Dünyanın tanıdığı bu şehrin belgeselini çekecekti, hem de renkli. Bir Şehrin Hikâyesi adlı bu belgesel zamanında çok da ilgi gördü.

Ali İpar, tıpkı babası gibi müteşebbis ruhluydu. Eline geçirdiği büyük İpar servetini en iyi şekilde değerlendirmenin planlarını yapıyordu. Yine tıpkı babası gibi siyasilerle Sağlam diyalogları vardı. Dönemin başbakanı Adnan Menderes ile çok yakın dosttu. Her iki taraf da birbirini destekliyor, yardımlar yapıyordu. Demokrat Partili Ali İpar bundan da güç alarak gemi satın alıp armatörlük yapmaya karar verdi. Fakat ülkede bir döviz sıkıntısı başgöstermişti. Ali İpar buna rağmen başbakan Adnan Menderes’le olan sıkı dostluğunu kullanarak Amerika’dan alacağı beş gemi için kendi şirketi İpar Transport’a devlet kasasından döviz tahsisi yaptırttı. Döviz ilgili şirketlerin hesaplarına yatırılarak beş tane yük gemisi satın alındı. Gemiler İstanbul’a ulaştığında Ali İpar ilk İş olarak en büyük olanına “Virginia İpar” adını koydu. Önce üç gemi teslim alınmıştı. İşte bu sırada ülkedeki kaynayan kazan devrildi ve 27 Mayıs 1960 sabahı Başbakan Adnan Menderes ve çalışma arkadaşlarının alaşağı edildiği darbe gerçekleşti. İparlar daha önce yaşadıkları gibi bundan da hiç etkilenmemişçesine diğer gemileri beklemeye koyuldu. Onların da gelişiyle filo hazırdı. Mehmet Hayri İpar, oğlunun bu hızlı hareketinden korkmaktaydı. Ülkede bir iktidar boşluğu vardı ve yarının ne olacağı bilinmemekteydi. Oysa Ali İpar, gemilerin gönderlerine çoktan Türk bayrakları çektirmişti ve hemen bir basın toplantısı düzenleyerek İpar Transport’un tanıtımına girişti.

Ali İpar’ın Mutlu günleri kısa sürdü. Çünkü İpar Transport döviz kaçakçılığıyla suçlanmaktaydı. 24 Eylül 1960’ta devrik başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılanması için Yüksek Adalet Divanı kuruldu. Ali İpar tutuklanarak Yassıada’ya götürüldü. 14 Ekim 1960’ta da Adnan Menderes aleyhine açılan 19 ayrı davadan birisinin adı “Ali İpar Davası”ydı.

Savcı, Ali İpar’a birçok suçlama yöneltti. Savcının iddiasına göre Ali İpar, devrik Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile ortaktı. İpar’ın her şeyi, ABD’li şirkete gemilerin karşılığında ödediği ücretten ayakkabılarının tokalarına kadar her şeyi sorgulanıyordu. Ali İpar bu davalar sürerken tam yedi ay hapis yattı. Zorlu geçen davalar 11 ay 1 gün sürdü ve 15 Eylül 1961’de sona erdi. “Ali İpar Davası”da Adnan Menderes, Medeni Berk ve Ali İpar döviz yasasını ihlalden mahkûm oldular. İpar davası ile ilgili mahkûmiyet kararları diğer davalarla birleştirildi.

Ali İpar, aldığı ağır hapis cezası ve ağır para cezası yanında ömür boyu ticaretten men cezasına rağmen Yüksek Adalet Divanı tarafından telgraf emriyle bir gecede serbest bırakılmış, yurtdışına çıkması sağlanmıştı.

İpar Ailesi’nin yaşayan tek ferdi Ali İpar ise ailesine ait son mülk olan Mısır Apartmanı’nı bir mimarlık şirketine devrederek İstanbul’dan tamamen ayrıldı. Halen Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yaşamını sürdürmektedir.

Yönetmen Filmografisi

Salgın - 1952 (İlk Renkli Film)

Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler

Bir Şehrin Hikayesi - 1952 (İlk Renkli Belgesel Film)
2. Türk Film Festivali, (Ali İpar) En Başarılı Rejisör. 1954
2. Türk Film Festivali, (Ali İpar) En Başarılı Senaryo Yazarı. 1954
2. Türk Film Festivali, (İlhan Arakon) En Başarılı Operatör. 1954





Kaynak
Internet Movie Database

Ali Can Sekmeç
Chronicle Dergisi, 2009
chronicledergisi.com