İki Kıyının İnsanları




Yapım Tarihi - 1994
Süre - 01:00:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe

Yönetmen - Enis Rıza Sakızlı
Yapımcı - V.T.R.
Senaryo - Enis Rıza Sakızlı
Kanal D








Hayata, doğru bir kapı açabilmek

İnsanlar, konular gibi, önemli ya da önemsiz diye ikiye ayrılabilir mi? 'Önem'li insanlar, 'önem'li işler yapan, 'önem'li şeylere sahip, 'önem'li yerlerde bulunan insanlar mı? Onlarla ne yapılır?

Çok sevdiğim insanlar oldu geçmişimde, hala da varlar; hayran olduklarım, gıpta ettiklerim, kıskandıklarım. Önemsediklerim. Ama önemli değildiler. 'Önemli insanların yanında durmaktan hep kaçındım, 'önem'li insanlarla birlikte yola çıkmadım, 'önem'li bir insana kanım ısındığında, ilişkinin kimliği ne olursa olsun, onun 'önem'ini hep dışarda bıraktım.

Önemli sıfatını tüm yaşamımda sadece iki kişi için kullandım. Biri Kanat Güner'di. Eroin Güncesi adlı kitabın yazarı, uyuşturucu bağımlısı Kanat Güner. Ölmeden kısa bir süre önce, "Önemli bir insansın Kanat, bırak şu pisliği... Canımızı sokakta bulmuyoruz" diye uyarmıştım onu. "Keşke sokakta bulsak, o kadar bile çaba harcamıyoruz. Sen çok mu uğraştın dünyaya gelmek için?" demişti. Birkaç gün sonra öldü.

Önemliydi, çünkü o güne kadar tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. Tanıdığım hiç kimse onun kadar zeki değildi. Beyin yerine bir bilgisayar taşıyordu: Mizah ve eleştiri programları yüklenmiş bir bilgisayar. Mükemmel bir bilgisayardan hiçbir eksiği yoktu ama fazlası vardı: Çok süratliydi ve çok duyguluydu. Öldüğünde "önemli" bir insanı kaybettiğimin farkındaydım. Ne yazık ki, Kanat'ın 'önem'i, 'değer'li değildi.

İYİYİ SEÇEREK YAŞAMAK
Hayatımdaki ikinci önemli insanı geçtiğimiz hafta kaybettik. Dido Sotiriu.

Küçük Asya Felaketi diye bilinen 1922 mübadelesinin mağdurlarından Dido Sotiriu. Küçücük bir kız çocuğuyken Aydın'daki evlerinden, çocukluğunun anılarından, bahçelerinden kopartılıp Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan Sotiriu. On yıl önce, Kanal D için Türk Yunan ilişkileri üzerine bir belgesel hazırlıyorduk: İki Kıyının İnsanları. Yaşayanların tanıklığından yola çıkarak hazırlıyorduk belgeseli. Bir gece, geç bir saatte, Dido Sotiriu'nun Atina'daki evine gittik. 84 yaşındaydı. Çok hastaydı. Ama karşımızda oturan, o günün ünlü yazarı değil, mübadele öncesinin küçük Dido'suydu. Bahçelerindeki rengarenk çiçekleri, seksek oynadığı arkadaşlarını, babasının, 'pabuçlarını' kapıda çıkartan misafirlerini anlattı. Kucağında, Aydın'dan getirdiği bir taş vardı. Konuşurken zaman zaman dudaklarına götürüp öpüyordu taşı. Yaşanan onca acıya rağmen kin yoktu, öfke yoktu, kırgınlık bile yoktu bakışlarında. Hep güzel hikayeler vardı onun çantasında, sonu buruk bitse bile, güzel yaşanmış hikayeler...

"Binlerce insanın yerlerinden yurtlarından olduğu bir mübadeleden bize aktaracak bir tek kötü olay yok mu?" diye sordum.

"Yaşananlar dilden dile gezerek efsanelere dönüştü, bak birini anlatayım" dedi. Mübadelede sırasında bir anne küçük oğlunu kaybetmiş. Yıllar yılı Yunanistan'da çocuğun acısıyla yaşamışlar. Neden sonra, insanlar Türkiye'ye gidip eski evlerini ziyarete başladıklarında, kadın evlenmek üzere olan kızını alıp Aydın'a gitmiş. Evlerini bulmuş. O civarda bir Türk subayla tanışmış. Subay almış ana kızı, evine götürmüş. Bir hafta onları evinde ağırlamış, gezdirmiş. Dönerlerken kıza çeyiz olarak, Yunanistan'da açmak üzere küçük bir kutu vermiş... Atina'da kutuyu açmışlar. İçinden kız için birkaç altın ve bir mektup çıkmış. Şöyle yazıyormuş: Senin yıllar önce kaybettiğin oğlun benim. Bir Türk aile beni evlat edinmiş. Büyüdüm, okudum, subay oldum. Sizleri çok seviyorum. Hepinize mutluluklar dilerim...

"Bu acı bir hikaye", dedim, "kötü değil ki..."

"Ben yazarken ve yaşarken hep iyi olanın, güzel olanın altını çizdim" dedi Sotiriu, "Kötüleri seçmedim, ayıkladım. Ancak böyle yaparsanız, hayata, doğru bir kapı açabilirsiniz."

Elini dizime koydu. "Siz de öyle yapın." dedi, "Bırakın geçmişin acıları geçmişte kalsın..."

Yönetmenimiz, belgeselci, çok sevgili Enis Rıza Sakızlı, Sotiriu'yla birlikte bir fotoğrafımızı çekmek istedi. Hep nazlanırım, bilir, 'önemli' insanlarla aynı karelerde görünmek istemem. Gene nazlandım. Zorla oturttu beni. İyi ki yapmış. Şimdi, elini dizime koyduğunda kalbime dokunan "önemli" bir kadınla çekilmiş bir fotoğrafımız var. Yanyana oturmuş, dizlerimizin üzerinde duran kocaman bir albümün sayfalarını karıştırıyoruz.

birgun.net Arşiv
22 Ağustos 2007