Hrant Dink Cinayet Dosyası




Yapım Tarihi - 2009
Süre - 01:20:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe

Yönetmen - Osman Okkan, Simone SITTE



Hrant Dink'in yaşamı belgesel oldu

Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift- İki yıl önce silahlı saldırıda öldürülen gazeteci Hrant Dink'in hayatı belgesel oldu. Belgeselin konusu Dink'in yaşamı, cinayetin öncesi ve hala devam eden Dink cinayeti davasının perde arkası. Yönetmenliğini Osman Okkan ile Simone Sitte’nin üstlendiği, müzikleri Djivan Gasparyan tarafından hazırlanan belgeselde, Dink cinayetinin öncesindeki sürece ve cinayetten sonraki gelişmelere ışık tutuluyor. İlk gösterimi 14. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali’nde yapılan belgesel, dün de Almanya’nın Köln kentinde seyircilerle buluştu. Gösterime Hrant Dink'in eşi Rakel Dink de katıldı.

Dink'in hayatından kesitler
Bildunterschrift- Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift-
80 dakika uzunluğundaki “Hrant Dink Cinayeti Dosyası”, Hrant Dink’in hayatından kesitler yansıtarak, Türkiye’deki Ermeni azınlığın durumunu ele alıyor. Belgeselde Aydın Engin, Etyen Mahçupyan’ın aralarında bulunduğu gazeteciler ile Dink ailesi üyelerinin ve ailenin avukatı Fethiye Çetin’in cinayet hakkındaki görüşlerine yer verilirken, cinayetten önceki ve sonraki süreç söyleşiler ve belgeler yardımıyla mercek altına alınıyor. Yalnızca Türkiye’deki bakış açısı ile sınırlı kalmayan belgesel, “Ermenistan Ermenilerinin Hrant Dink’e ve O’nun diyalog yanlısı tutumuna bakışı nedir?” sorusuna da yanıt arıyor. Osman Okkan, Dink cinayetini konu almalarının nedenini “bu filmi Hrant Dink’in hayatı ekseninde Türkiye’deki Ermenilerin sıkıntılarını bir parça olsun anlatabilmek, duyurabilmek için çevirdik" sözleriyle açıklıyor.

Özgür tartışma ortamına vurgu
Bildunterschrift- Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift- “Hrant Dink Cinayeti Dosyası”nın ilk gösterimi Almanya’nın Nürnberg kentinde, ikinci gösterimi ise İstanbul’da yapıldı. Yönetmen Osman Okkan, İstanbul'daki gösterimin özellikle çok başarılı olduğuna, barış içinde ve dostça bir havada geçtiğine dikkat çekiyor. Hrant Dink’in ölümüyle getirdiği özgürlükleri genişleten ortamdan umutlu olduğunu söyleyen Okkan, filmin şimdiye kadar aldığı tepkilerin de olumlu olduğunu belirtiyor. Hrant Dink sayesinde Ermenilerle ilgili konuların özgürce tartışabildiğini belirten Okkan, "sanıyorum Türkiye’deki yetkililer de bu özgür tartışmanın Türkiye’nin hem komşularıyla hem de kendi içindeki azınlıklarla iç barışını sağlayabilmesi için gerekli olacağını görecekler. Bunun için de bu süreç daha çabuk ilerleyecek. Bunu da Hrant gibi barış savaşına hayatını feda etmiş insanlara borçlu olacağız" şeklinde konuşuyor.

ARTE'de yayınlanacak
Almanca olarak hazırlanan “Hrant Dink Cinayeti Dosyası”, 24 Mart Salı akşamı Alman-Fransız ortak kanalı ARTE’de “Türkiye’nin Avrupa Birliği rüyası ve Ermeni sorunu” konulu özel programda yayınlanacak. Bildunterschrift- Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift-
Belgeselin editörü ve Alman yayın organı WDR’in ARTE kanalı sorumlusu Sabine Rollberg belgeselin yapımına ve yayınına destek vermelerinin nedenini “Hrant Dink’in halkların birbirini anlaması üzerine kurulu dünya görüşünün bu film sayesinde aktarılması benim için çok önemliydi" sözleriyle açıklıyor.

Belgeselin hüzünlü öyküsü
Belgeselin, yönetmen Osman Okkan açısından son derece hüzünlü bir hikayesi de bulunuyor. Okkan ve eşi Simone Sitte, 2000'li yılların başındayken, Türkiye'deki Ermenilerin sorunları üzerine bir belgesel çekmeyi, Hrant Dink'ten de destek almayı planlıyorlar. Okkan, 2002 yılında başlayan çalışmaların önce eşi Simone Sitte'nin vefatı, sonra da Hrant Dink'in öldürülmesi nedeniyle yön değiştirdiğini ifade ediyor. Bu gelişmelerden sonra, aslında filme danışmanlık yapması öngörülen Hrant Dink, kendi ölümünün işlendiği belgesele adını veriyor.

Başak Özay / Deutsche Welle (Köln)
23.03.2009






Arte'de Hrant Dink cinayeti...

Osman Okkan ile Simone Sitte’nin birlikte başladıkları, Okkan’ın yalnız bitirdiği “Cinayet Dosyası”nı geçen Cuma Bilgi Üniversitesinde seyredebilmiştim. Film gerçekten Yaşar Kemal ustanın dediği gibi, Türkiye’nin karşısında üç maymunları oynadığımız bazı gerçeklerini çarpıcı görüntülerle dile getiren bölümler içeriyor.

Oğlu daha bir yıl önce Ermeni olduğu için öldürülen 90 yaşında bir amcanın gözyaşları içinde nasıl ve neden din değiştirmek zorunda kaldığını anlattığı bir bölüm var ki hepimizin gözleri yaşardı. Zülfü Livaneli’de “Osman ve Simone muazzam bir iş becermişler, tarihsel önemde bir belgesel bu” diyor.

Üzerinde çok konuşulacak, çok tartışılacak bir belgesel. Umarız sunulan tezlere gereken soğukkanlılıkla yaklaşır, Arte’yi ve filmin yönetmenlerini gereksiz hırçınlıklarla yıpratmaya kalkışmayız. Hrant gibi barış gönüllüsü bir güvercini ensesinden kurşunlaşan bir ülke görünümünden çağdaş, uygar bir topluma geçişimizin ölçülerinden biri de bizi rahatsız eden görüşlere de hoşgörü gösterebilmek çünkü.

Mehmet Ali Birand
mabirand@e-kolay.net
haber7.com




Hrant Dink'in yaşamı belgesel oldu

İki yıl önce öldürülen gazeteci Hrant Dink'in hayatı belgesel oldu. Belgeselin konusu Dink'in yaşamı, cinayetin öncesi ve hala devam eden Dink cinayeti davasının perde arkası... Avrupa'da ARTE kanalında gösterilecek olan belgeselin ilk gösterimi Bilgi Üniversitesi'nde yapıldı.

Hayatı boyunca, hayatı pahasına iki toplum; Türkler ve Ermeniler arasında diyalog kurmaya çalışan ve 19 Ocak 2007'de bir suikast sonucu öldürülen gazeteci Hrant Dink'in hayatı belgesel oldu.

Fransız ARTE televizyonunun katkılarıyla hazırlanan, Osman Okkan ve Simone Sitte'nin yönettiği belgesel, cinayetin öncesini Ermenilerle Türkler arasındaki güç ilişkiyi ve Türkiye'yi sarsan Hrant Dink cinayetinin perde arkasını ele alıyor.

Osman Okkan, "Belki bu gerçekleri öğrenmek ve bunları dile getiren acılarını tekrar tekrar duymak montaj masasında beni de montajcı arkadaşımı da galiba çok etkiledi" dedi.

32. Gün'ün de destek verdiği belgeselin ilk gösterimi Bilgi Üniversitesi'nde yapıldı.

Dink'in eşi Rakel Dink'in de katıldığı gösterimde o zor anlar, anılar da yeniden yaşandı.

Gösterime katılan Yaşar Kemal, "Dünyada başka millet yok zannediyorlar, halbuki dünya var" derken, Aydın Engin de, "Acı keder ve bastırılmaz bir öfke... Çünkü Hrant'ın kanı yerde kalıyor" diye konuştu.

cnnturk.com





A Talk with Osman Okkan; Director of the documentary film

Premiering in Armenia as part of the “Golden Apricot Film Festival” is the documentary film “Murder File - Hrant Dink”.

The haunting 80 minute film, the work of directors Osman Okkan and his late wife Simone Sitte, sheds light on the events leading up to the murder of Armenian journalist Hrant Dink in January, 2007. The documentary, produced in 2009 in Germany, also touches on the uneasy relationship between Armenians and Turks and the ongoing trial that has exposed the criminal activities of “Ergenekon”, Turkey’s “deep state”.

Osman Okkan kindly agreed to visit the offices of “Hetq” and answer a few questions regarding the film, his visit to Armenia and Armenia-Turkish relations in general.

What prompted you to shoot a film focusing on Hrant Dink?
For many years, after leaving Turkey, I worked as the director for the European “Arte” cultural TV station’s documentary film department. Our department was involved in producing films regarding the problems faced by Turkish society. We produced a number of cultural and historical films about Turkey. I started to shoot the last film with my wife Simone Sitte, but sadly she passed away in 2006. The film was about the population transfer between Greece and Turkey in the 1920’s. Large numbers of Greeks from Turkey were sent to Greece who, however, were citizens of Turkey. The reason for their eviction was that they spoke Greek. About 500,000 Greeks were evicted. This was interesting for us and started us to investigate the plight of minorities in Turkey, including that of Armenians.
We got in touch with Hrant Dink to help us with shooting the film. He was very welcoming and we became fast friends. After the death of my wife in 2006 I found myself alone so I once again got in touch with Hrant to continue the film since the situation in Turkey was becoming tenser. That tension lead to the murder of Hrant as well. Thus, my wife had died and Hrant was murdered. I decided to shoot a film that would encapsulate all this.

Hrant’s murder was a microcosm of sorts regarding the plight of Armenians in Turkey. That’s why he is the focus of the film. Through him, I present the situation of Armenians to the European public. By telling the story of Hrant, I also touch upon the 1915 Genocide. I chose Hrant because he was a man who could give voice to problems and not be afraid of the consequences. He objectively saw the strategies of different sides but always proposed the most peaceful solutions possible. This was his most praiseworthy trait. He attempted to open the eyes of the Turkish public to what had happened in the past and what was happening in the present. At the same time, he called on the Armenian community to enter into a dialogue with Turkey.

In this sense he was quite successful, even in death. Due to his death, thousands in Turkey came to grips with the great crime in their history. Many signed the public statement asking for the forgiveness of Armenians. True, all that remained on paper, but people signed the petition and comprehended their historical sin.

The Turkish state doesn’t encourage a confession of its historical crime by Turkish intellectuals. Won’t the Turkish government prohibit such an initiative? What does the future hold in this context?
I believe that we must show cautious optimism in this regard. First, let’s realize that the Turkish state and the Turkish government are two different things. The state also includes the military forces. The government is just one part of the Turkish state. During the past few years the difference between the two has become more pronounced. The government’s policy towards Jews and other minorities has become more tolerant that that of the traditional state. They are trying to create a dialogue with Turkey. I should say that this government is more tolerant regarding issues of the past. In addition, there’s the matter of European Union membership, and this is something that fosters hope for the future with us intellectuals.
During recent years, Islamic and religious factors have played a larger role in Turkish society. In your opinion, what will be the result of this increased Islamist influence?
This is a very complex matter because I believe that the majority of the Turkish populace is very religious. I don’t foresee any dangerous act or attitude from the Islamists. Let me point out that they have democratic customs. This is a new experience for Turkish society; being Muslims and also able to me modern and value democratic principles.
As to what will be the public’s mentality and general thought process is another matter. I believe that the primary function of political leaders is to raise the level of the individual’s and the public’s consciousness regarding these questions. The truth of the Armenian Genocide isn’t chronicled in official Turkish history. This is truly a shameful page for our society.

A large segment of Turkish intellectuals actually accepts the crimes of its state and supports asking for forgiveness. Is there another segment of intellectuals that opposes such a position?
I believe that the movement of intellectuals is very helpful since people are starting to think about the Armenian Question. A majority of Turkish intellectuals are friends of Hrant Dink and treated him well. Regarding the Genocide, they shied away from expressing an opinion, which isn’t technically incorrect. This movement and petition is the best method to raise public consciousness.
Was the film specifically produced to be shown in the “Golden Apricot Festival” or does it pursue other aims?
The film was requested and financed by the “Arte” TV station and was shown in France and Germany in April. It was very well received. The organizers of “Golden Apricot” invited us to show it here as well.
Is this your first visit to Armenia? What are your impressions of the country?
I’ve been here before to shoot certain segments of the film. I’ve noticed that Armenian society is quite emotional, young and in the process of developing.
In your opinion is Armenian society ready for dialogue?
Turkish and Armenian societies are quite identical, possessing the same mentality. I believe that the sooner Turkish society accepts its guilt and feels ashamed of what it has done, the easier it will be to create dialogue. The essential problem is to get people talking to one another, to get them to recognize one another. This is what I have come to feel while in Armenia. I have also felt the kindness of the people here and that they want to help in whatever way possible.

Ani Hovhannisyan
2009/07/14
interview culture politics
hetq.am








''Hrant Dink'' belgeseli gösterildi

Almanya'nın Nürnberg kentinde devam eden 14. Türk-Alman Film Festivali çerçevesinde ''Hrant Dink'' belgeseli gösterildi

Osman Okkan ve Simone Sitten tarafından hazırlanan belgesel filmde, 2007 yılının Ocak ayında öldürülen gazeteci yazar Hrant Dink'in suikast zanlıları hakkında bilgi veriliyor.

Filmin gösteriminden sonra ''Türkiye nereye gidiyor?'' başlığı altında Türkiye'deki siyasi ve toplumsal gelişmelerin tartışıldığı bir açık oturum düzenlendi.

Açık oturuma yayımcı, yazar ve öğretim görevlisi Murat Belge, AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Etyen Mahçupyan ve Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir katıldı.

Açık oturumu ''Nürnberger Nachrichten'' gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Heinz-Joachim Hauck yönetti.

(A.A) Hakkı AKDUMAN, İlhan Baba







Türkiye`de büyümek...

Mart ayı içinde, Osman Okkan ve Simone Sitte tarafından hazırlanan `Hrant Dink Cinayeti Dosyası` adlı belgesel film, İstanbul Bilgi Üniversitesi`nde, ailesi, yakın çevresi, dostları, öğrenciler ve izleyiciler tarafından tamamıyla dolu olan bir salonda gösterildi. Film, Türkiye`deki azınlıkların demokratik hakları için mücadele veren Hrant Dink`i, öz yaşamının şekillendiği toplum

Mart ayı içinde, Osman Okkan ve Simone Sitte tarafından hazırlanan `Hrant Dink Cinayeti Dosyası` adlı belgesel film, İstanbul Bilgi Üniversitesi`nde, ailesi, yakın çevresi, dostları, öğrenciler ve izleyiciler tarafından tamamıyla dolu olan bir salonda gösterildi. Film, Türkiye`deki azınlıkların demokratik hakları için mücadele veren Hrant Dink`i, öz yaşamının şekillendiği toplumsal yaşamını da anlatırken;izleyicisini, olay öncesi, anı ve sonrasına, Hrant Dink cinayetinin Ergenekon ve `derin devlet` ile olan ilişkilerine, ailesine, dostlarına, halkına, katillerine, Malatya`ya, Erivan`a, Tuzla`ya, Kınalıada`ya, Osmanbey`e götürüp... orada bırakıyor.

Film sonrası, Yönetmen Osman Okkan, bu filmin bir ilk olduğunu, elbette yapılanın en iyisi olmadığını kabul ettiklerini işaret ederek, Hrant Dink`in ve düşüncelerinin daha pek çok çalışma için potansiyel taşıdığını, niyetlerinin öncelikle `empati` kurulmasına katkı sunmak olduğunu açıkladı.

Bu filmde, sadece kendi doğrusuna değil hayata da doğru düşen düşüncelerinin peşi sıra giden, engellenen, anlaşılamayan insanların gerçek üzüntülerini; Hrant Dink`in, Baskın Oran`ın, Orhan Pamuk`un, Ahmet Altan`ın , Arat Dink`in sözlerinde, seslerinde, bedenlerinde Tanık oldum, paylaşanı oldum.

Türkiye`de büyümek. Türkiye`li olmak, Türk olmak. Ne demek? Türkiye toplumsal yaşamı, birbirimizle `empatik ilişki` kurabilmemize zemin sağlıyor mu? Yoksa, bizler birbirimize, etnik kimliğimizi saklayarak, yanyana durmaya, `ateş düştüğü yeri yakar` anlayışı ile mi ancak sahip çıkabiliyoruz?

Türkiye`de çocukluğunu yaşayan, temel eğitimini alan herkes, anadilinin yanı sıra toplumsal dilleri ve kültürleri de bilerek, tanıyarak, öğrenerek mezun olamıyorlar. Ama `eğitilip` toplumsal hayata uğurlanıyorlar. Ne aile eğitimi, ne mahalle eğitimi ne de Milli Eğitim buna olanak vermiyor. Çocuklar, ana dilini, dinini, kültürünü, varsa ailede ikinci bir dili, dini ve kültürü, yabancı bir ülkede bulunuyorlarsa da o toplumun yaygın dilini işiterek, öğrenerek büyürler. Bu doğal bir durumdur. Geçen yaz, İspanya`da yaşayan yeğenim, ailesi ile İstanbul`a geldi. Bir kızı var. Adı Nora. Annesi onunla Türkçe konuşuyor. Babası, kendi ana dili olan Farsçayı kullanıyor. Parkta, sokakta, markette işittiği dil, İspanyolca ve İngilizce. Gittiği yuvanın konuşma dili ise Kataranca. Nora, doğallık içinde, beş dili farklı yoğunluklarda duyarak, kullanarak gelişimini sürdürüyor.

Ben Türkiye`de doğdum, büyüdüm. Okudum. Çalıştım. Anne oldum... Bizim ailenin içinde ikinci bir farklı dil yoktu. Ama geliştiğim toplumun içinde Kürtçe ve Ermenice ana dili olan bir nüfus vardı. Ben gözlerim kör, kulaklarım sağır, onlardan bir haber bırakılarak büyütüldüm. Gençlik yıllarıma kadar Kürtçe ya da Ermenice ne bir kelime işittim ne de onlarla, kimlikleri ile tanıştım. Onların varlıklarını, dillerini, dinlerini, kültürel etkinliklerini çok çok sonra öğrenebildim. Aklımıza, kendiliğinden doğallıkla öğrenebileceğim `Kürtçe`yi neden bilmiyorum` diye sorular sormak gelmedi. `Kürtler, neden kendi dillerini konuşamıyor` diye sormak da.

Gençliğin orta yerinde, bir kürt arkadaşım, Kürtçe düşünemediği için Kürtçe değil Türkçe resim yapabildiğini söylemişti. Yüreğinden gelen bu cümleyi hissetmiş ama anlayamamıştım. Bu dil ve düşünce birlikteliği üzerine duyduğum ilk halkaydı. Sonra bu zincire daha pek çok halka eklendi.

Bugünlerde bir Ermeni'nin, Kürdün, Alevinin yanında kendimi, tarif etmekte zorlandığım bir ruh hali içinde hissediyorum.Aslında kendimi berbat hissediyorum. İlişkilerimde, almak yerine vermek, borçlu olmak yerine katkıda bulunabilmek, mağdur eden olmaktansa yok olmak isteyen birisiyken toplumsal kimliğim haksızlığı yaratan, yayan, ısrar eden tarafın içine alıyor beni de. Diğer yandan, kör, sağır ve bir haber bırakılan bu yanımın, bende neden olduğu sonuçları görmek beni derinden üzüyor. Zihnimi, kullanamadığım Kürt ve Ermeni tarafıma rağmen, olaylar içinde yeni olasılıklara ne kadar açık olabilirim diye sorguluyorum. Toplumun özündeki bu halkların engellenmişlikleri, farklı ama eşit olamama durumunun beni de nasıl esir ve rehin almış olabileceğini, sadece kürt olduğu için kafasına kurşun sıkılanların acısını bu acılardan habersizken bile üzerimde bir ağırlığının olduğunu, olabileceğini kabul ediyorum. Tamamlanamamışlık hissi ile asimilasyonun öbür ucunda bulunuyorum. Toplumun özü ile bütünleşerek, birbirlerinden farklı ama eşit yoluna devam eden çocuklar, `Nora`lar yetişirken, kendi yaşantımı, Türk olmaktan suçluluk duymadan, entegrasyona açık bir toplum içinde tamamlamak istiyorum.


Bilgi Üniversitesi STK Eğitimi Katılımcısı
NİLGÜN ÖZTUNALI
nilgunoztunali@yahoo.com