Yapım Tarihi - 2022
Süresi - 01:36:00
Format - Uzun Belgesel, Renkli, Türkçe
Yönetmen - Cem Kaya
Senaryo - Cem Kaya & Mehmet Akif Büyükatalay
Yapımcı - Mehmet Akif Büyükatalay, Stefan Kauertz, Claus Reichel, Florian Schewe
1960’ların başında, Anadolu’dan ve Türkiye’nin diğer bölgelerinden sözde misafir
işçiler Federal Almanya Cumhuriyeti tarafından işe alındı. En başından beri
onlara her zaman eşlik eden ve kültürlerinin bir parçası olan bir şey vardı:
müzikleri – yabancı bir ülkede vatanlarından bir parça. Yıllar içinde,
Almanya’da kendi ülkelerinde bu formda olmayan bağımsız müzikal yönelimler
geliştirildi. Cem Kaya’nın heyecan verici belgeseli Aşk, Mark ve Ölüm;
Türkiye’den göç edenlerin, Almanya’daki çocukları ve torunlarının bağımsız bir
müzik kültürünün eşi benzeri olmayan hikayesini daha önce görülmemiş arşiv
görüntüleri eşliğinde eğlenceli ve karmaşık bir dille anlatıyor. Evlerinden
uzakta, yeni ülkedeki yabancılar, Gurbetçi-Lieder (yurt dışından şarkılar) gibi
melankolik müzik tarzlarını göçlerinin başlangıcında ortaya çıkardı. Bu şarkılar
Köln’ün Bülbülü olarak bilinen Yüksel Özkasap ya da Aşık Metin Türköz (“Mayestero”)
gibi sanatçılar tarafından sunuldu. Onları, sosyal olarak eleştirel şarkıları
ilk kez Almanca söyleyen ve böylece hem göçmen hem de Alman pop kültürünü
şekillendiren Derdiyoklar (“Liebe Gabi” şarkısı), Ozan Ata Canani (“Deutsche
Freunde” şarkısı) veya Cem Karaca ve Kanaken (“Mein Freund, der Deutsche”) gibi
daha genç müzisyenler izledi. Hip hop, Almanya’da büyüyen ikinci ve üçüncü
kuşağın sesi oldu. Fresh Familee, King Size Terror veya Islamic Force gibi
Alman-Türk Hip hop öncüleri de Almanya’da çağdaş pop müziğin yenilikçileri oldu.
Love, Deutschmarks and Death is a documentary film about the independent, and as
of yet, unknown music of emigrated Turkish guest workers and their grandchildren
in Germany. In a musical and essayistic form, Cem Kaya shares insights into the
unique liveliness of this forgotten subculture
2. İzmir Film ve Müzik Festivali, Müziğin İzinde Bölümü, Gösterim Seçkisi. 2022
15. Documentarİst İstanbul Belgesel Günleri, Arşiv Belgeselleri Bölümü, Gösterim
Seçkisi. 2022
15. Documentarİst İstanbul Belgesel Günleri, FIPRESCI Ödülü Adayları Bölümü,
Gösterim Seçkisi. 2022
15. Documentarİst İstanbul Belgesel Günleri, Konuk Ülke Almanya Bölümü, Gösterim
Seçkisi. 2022
15. Documentarİst İstanbul Belgesel Günleri, Müzik ve Dans Belgeselleri Bölümü,
Gösterim Seçkisi. 2022
Kaynak
askmarkveolum.de
Documentarİst İstanbul Belgesel Günleri
Göçün müzikli hikâyesi: ‘Aşk, Mark ve Ölüm’
Bu yıl 72’ncisi düzenlenen Uluslararası Film Festivali Berlinale’nin Panaroma
bölümünde gösterilen yönetmen Cem Kaya’nın üçüncü belgesel filmi ‘Aşk, Mark,
Ölüm’ Almanya’ya 1961 yılında başlayan işçi göçünün tarihini bir anlamda müzikal
açıdan anlatıyor. Belgeselde, ‘Köln Bülbülü’ olarak bilinen Yüksel Özkasap,
geçtiğimiz yıllarda vefat eden Berlinli sanatçı Hatay Engin, 1981’de Almanya’ya
siyasi sürgün olarak gelen ve kurduğu ‘Die Kanaken’ adlı grubuyla Almanca albüm
yaparak konserler veren Cem Karaca, Aşık Metin Türköz, bağlama virtüözü İsmet
Topçu gibi birçok sanatçı yer alıyor. Kaya ile belgesel filmin hikâyesi ve
gurbetçilerin müzikleri üzerine konuştuk...
Tebrik ederim. Göçün 60. yılının çok güzel bir özeti. Bu belgeseli çekme fikri
nasıl oluştu?
2013 yılında ‘Songs of Gastarbeiter’ adlı toplama albüm çıktı. Almanya’daki
gurbetçilerin müziklerini türkülerini ilk kez dinleyiciye sundu. Bunları
biliyorduk ama buradaki şarkıların, buradaki müzisyenlerin Türkiye’dekinden çok
daha farklı olacağını ben de bilmiyordum. Örneğin Aşık Metin Türköz’ü
tanımıyordum. Hikâyesini bilmiyordum. Bunu hepimize anlatan Bülent Kullukçu’yla
İmran Ayata oldu. Zaten onlar filmde de varlar. ‘Songs of Gastarbeiter’
toplaması birçok insana bu hikâyeyi yeniden hatırlattı. Aslında buradan çıktık
yola.
Peki neden o kadar uzun sürdü? 2013’ten sonra epey zaman geçmiş.
Bazen bir fikri hazmetmek zaman alır. 2017’de fikir olgunlaştı. Ve 2017
senesinde birçok yerden bu yönde teklif geldi. Çok fazla insan yapalım demeye
başladı. O zamana kadar iki tane arşiv filmi yaptım ne kadar zor bir iş olduğunu
biliyorum. Bütçe bulmak lazım. Arşivlere girip derlemek lazım. Lisanslamak ve
temiz görüntü bulmak lazım. Bunlar çok zor işler. Böyle filmler 3-5 yıl arası
olur. Zaten bu nedenle de benim filmlerimin arasında da hep 5 yıl vardır.
Bu kaçıncı filminiz?
Bu üçüncü. Bir ‘Arabeks’ var. Aslı tabii ki arabesk ama herkes konuşurken
‘Arabeks’ diye okuyor. Bu nedenle filim adını böyle koydum. 2010’da Arte için
çekmiştim. O zaman da iş gücü anlaşmasının 50. yılıydı. Sonra 2014’te ‘Motor,
kopya kültürü ve Türk sineması’ filmini çektim. O filmde Locarno’da dünya
prömiyerini yaptı ve Anglo Sakson dünyada çok yankı uyandırdı. Onun konusu da
Türkiye’de yapılan Hollywood filmlerinin Türkiye versiyonlarıydı.
Almanya’da gurbetçilerin ürettiği müzikle Türkiye’de üretilen film arasında fark
var demiştiniz. Nasıl bir fark bu?
Birincisi içerik olarak farklı. Aşıklar, ozanlar, hafızlar buraya gelmiş. Ozan
Aşık Metin Türköz mesela 1964’te Ford fabrikasında çalışmaya geliyor. Ama
bağlaması var ve kendince şarkılar söylüyor. Bir yerlerde duyuluyor. Teklifler
almaya başlıyor. Filmde de anlattığım Almanya destanı var mesela. Sirkeci’den
bileti alıp trene binip geliyor ama geldiğinde yatak beklerken, yatak yerine
saman üzerine yatanların hikâyelerini anlatıyor. Buradaki durumu anlatıyor yani.
Yüksel Özkasap “Nasıl oldu düştü yolun Köln’e” diyor. Türkiye’de olmayan
içerikler, gurbete ait sözler var. Ama soundlar da değişiyor. Mesela İsmail
YK’nın sound’u var. Neden değişiyor? Çünkü ‘Yurtseven Kardeşler’le beraber
yüzlerce düğüne gidiyor. Kitlesini çok iyi biliyor. Ona göre sound üretiyor.
İsmail YK, yaptığımız bir röportajda, ‘Burada müzik fuarları yapılıyor ve biz
buralara gidip yeni soundlara Türkiye’den daha önce ulaşıyorduk’ demişti. Böyle
olunca buradaki sound değişiyor. Günümüzde artık bu durum geçerli değil.
Buradaki çalma tarzı da değişiyor. Aslında Almanya Türkiye’nin bir müzikal
bölgesi gibi. Yani nasıl Karadeniz Bölgesi ve oraya has müzikler melodiler
sözler varsa bir de Almanya bölgesi var.
Buraya bir anlamda taşra gözüyle mi bakılıyordu?
Aynen öyle. Sen Almanya’da müzisyensen ve kasedin Türkiye’de çıkmadıysa seni
kimse ciddiye almazdı. Taşra gözüyle bakılıyor. Kaset illa IMC’den çıkacak.
yoksa sayılmıyorsun. Bunu kıran Türküola, Uzelli ve Minareci oldu. Almanya’da
Türküola Köln’deydi. Sonra Frankfurt’ta Uzelli açıldı.
Filmde arşiv görüntüleri çok yoğun. Araştırma yaparken en çok etkileyen ne oldu?
Bilmediğim bir konuydu. Berlin’deki ‘Türkische başar’ metro istasyonun var
olması ve bugün görülmemesi çok üzücü. Çok ayrıcalıklı olmasına rağmen onu
hatırlatacak hiçbir şey yok. Bir zamanlar Berlin’deki gece kültürün eğlence
kültürünün merkezi olduğunu kimse bilmiyor. Türkische Başar’dan iki veya üç
fotoğraf görüşmüştük. Ancak Alman kamu televizyonlarının arşivlerine
baktığımızda iki üç tane bu konuyla ilgili belgesel çekildiğini gördük. Mesela
Neşet Ertaş’ın görüntüleri çıktı. Neşet Ertaş o dönemde Türkische Başar’da kaset
dükkânı açmış. Alman televizyonu da çekim yaparken dükkânında saz çalarken onu
çekmiş. Kim olduğunu bilmeden. Hasbel kader çekmiş. Bu görüntüler ilk defa
ortaya çıkıyor.
Cem Karaca’nın Almanya yaşamı da filmde oldukça güzel anlatılmış. Araştırırken
bilmediğiniz hikâyeleri çıktı mı?
Burada çok meşhur olmuş. Hatta eski Doğu Almanya’da da konser vermiş. Siyasi
şarkılar festivalinde sahne almış. Filmlere başlamadan önce 1 veya 1.5 yıl
araştırma yaparım. Bunda da öyle oldu. Cem Karaca’yla ilgili de araştırmıştık.
Feyman Uğur Demir, Betin Güneş’le konuştuk. Cem Karaca’yı en yakından tanıyan
insanlar onlardı. Ondan sonra arşive girdik. Arşive girince daha net
bulabiliyorsun. Bu filmde arşiv en uzun zaman aldı. Sadece arşivleri aramak,
bulmak, izlemek, temiz görüntüsünü çıkarmak ve lisanslamak en uzun ve yorucu
zamanıydı.
Korona film sürecini etkiledi mi?
Evet. Mesela bu süreçte Derdiyok Ali vefat etti. Onun görüntüsünü 2015’te
kendisiyle yapılan bir görüntüden almak zorunda kaldık. Biz de randevulaşmıştık
ama olmadı.
Film şöyle bir his veriyor: Sanki çok materyal var ve arkası gelecek gibi.
Bir dizi üzerinde çalışıyoruz. WDR için. Her bölüme 20-25 dakikalık 10 veya 12
bölümlük belgesel dizi olabilir. Bu belgesel film Berlinli Kobra grubuyla
başlayacak. Ayrıca Cem Karaca’yı siyasi sürgün olarak anlatıyoruz ama Sümeyra da
var. O da siyasi sürgündü. Veya Bülent Ersoy var. O da yaklaşık 7 yıl Freiburg
taraflarında yaşadı. Burada konserler verdi hatta burada Yeşilçam filmi çekti.
Türkiye’den ekip geldi ve burada üç tane film çektiler. Buradaki müzikleri
şehirlere göre de farklı. Frankfurt piyasası Münih’ten çok farklı mesela. Berlin
zaten başka bir dünya. Aşık Mahsuni Şerif de Almanya’daydı. Onun ‘Hayalimden
gitmiyorsun Hannover’ diye bir türküsü var. Hannover şehri üzerine mutlaka bir
aşk türküsüdür. Almanya’daki Türk müzik piyasası hafızası olmayan bir piyasa.
Bazı gruplar 2-3 yıl varlar. Hep amatör kalıyorlar. Hiç profesyonel olamıyorlar.
Herkesin işi gücü var tabii. Normal hayat koşulları evlilik çoluk çocuk derken
bitiyor.
Hep belgesel mi çekiyorsun?
En baba sanat belgeseldir. Kurgu filmler de çok ama ben masa yönetmeniyim. Masa
montaj üzerinden anlıyorum. Sette olmayı sevmiyorum. Ben yalnız çalışmayı da
seviyorum. Evde bilgisayarın başına geçip tek başıma çalışmayı çok seviyorum. O
yüzden arşivlere gömülebiliyorum. Şu filmi de izlemesem olmaz demem arşiv
görüntülerine sonuna kadar bakarım. Eskiyi irdelemek ayrı bir haz veriyor.
İzlemek isteyenler filmi nerede görebilecek?
Yazın sinemalar girecek. Tam tarihi belli değil henüz. Festival süreci yeni
başladı. Başka festivallere de katılacak. Berlin açılıştı. Türkiye’de İstanbul
Film Festivali’nde gösterilecek. Ayrıca başka sinema üzerinde vizyona girecek.
Bu bir yaz filmi aslında. Açık hava sinemalarında turlamak istiyoruz. Bir yıl
sonra alan televizyonlarında da gösterilecek. WDR, RBB, Arte’de gösterilecek.