Yapım Tarihi - 2020
Süre - 02:12:00
Format - Uzun Belgesel, Renkli, Türkçe
Yönetmen - Enis Rıza Sakızlı
Özgün beste - Sinan Sakızlı
Yapım Yönetmeni - Nalân Sakızlı
Onursal Genel Danışman - Mehmet Özdoğan
Yönetmen Yardımcıları - Ebru Aksoy, Ceren Mezgil
Metin-Anlatıcı - enis rıza
Kamera - Ozan Çağlar, M. Uğur Korkmaz, Erkan Turan
Kurgu - M. Uğur Korkmaz, Ozan Çağlar, Ceren Mezgil, Erkan Turan
Ses Mix - Bilgin Aslan Kospak
Fotoğraf - Jale Mekiş Diker
Grafik Tasarım - Ali Deniz
Kayıt - Hayyam Stüdyoları
Altyazı Çeviri - Egemen Öztürk, Deniz Özfırat
Çeviri Editörü - Ceren Çilingir
Deşifre-çeviri - Nadir İpek, Sema Ulutaş, Mehtap Tosun, Senem Çelikkol, Aslınur
Karakaş, Pelin Korkmaz, Halil Taşkın, Büşra Mezgil, Can Soykök
Özel Teşekkür
Ebru Şeremetli
Dr. Semih Çelik / Babil
Kurumsal Destekler
ANAMED - Vehbi Koç Vakfı
Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları
IPLI Foundation
Arçelik A.Ş.
Müzikotek
TR-AB Kültürlerarası Diyalog Hibe Programı’nın desteği ile “Taşlar Yerinden
Oynuyor” projesi kapsamında (bir araya getirilen) gerçekleştirilen “Anadolu’nun
Kadim Hikâyesi” belgesel filminin tamamını Moving Stones Youtube hesabından
izleyebilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=59ioiIcaw2g
Anadolu’nun Kadim Hikâyesi
ANAMED’in düzenlediği belgesel sohbetlerinde14 Haziran Pazartesi günü 18.30'da
Enis Rıza’nın çektiği "Anadolu'nun Kadim Hikâyesi" belgeseli konuşulacak.
ANAMED'in Youtube hesabı üzerinden yayınlanacak olan ANAMED ekibinden, Burs ve
Proje Koordinatörü, arkeolog Duygu Tarkan moderatörlüğünde yapılacak sohbette
belgeselin kendi hikâyesi ve beraberinde Anadolu neolitiği konuşulacak.
Sohbete Enis Rıza’nın yanı sıra yapım yönetmeni Nalân Sakızlı, belgeselin
onursal danışmanı Prof. Dr. Mehmet Özdoğan ile akademisyen ve araştırmacılar
Rana Özbal, Eylem Özdoğan katılacaklar.
12 Haziran 2021
Enis Rıza Sakızlı - Yeni bir tarih yazılıyor
Genç Sinema Hareketi ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin aktif kurucuları
arasında yer alan ve çok sayıda belgesel filme imza atan Enis Rıza Sakızlı ile
"Anadolu’nun Kadim Hikâyesi” belgesel filmi üzerine konuştuk. Sakızlı,
"Anadolu’nun neolitik konusunda bir çıkış coğrafyası olduğu, özellikle Avrupa
neolitiğinin kaynağını, deyim yerindeyse çekirdeğini oluşturduğuna dair bilgiler
çok zayıftı. Biz bu süreci bir tür tanımlama, belgeleme üzerine yola çıktık"
dedi.
Bundan 20-30 yıl önce Türkiye’de neolitik yerleşimlerin yalnızca bazı bölgelerde
toplandığı düşünülüyordu. Ancak neolitiğe dair bildiğimiz birçok şey geride
kaldı. Son kazıların bize sunduğu bilgiler ışığında şimdi neredeyse sürekli yeni
bir şeyler söylemek mümkün.
“Taşlar Yerinden Oynuyor” projesi kapsamında gerçekleştirilen “Anadolu’nun Kadim
Hikâyesi” belgesel filmi, Anadolu’nun MÖ. 13 binden, 5 bine ilerleyen tarihinin
izini sürerken, bilim insanlarının açığa çıkardıkları bilgi-bulgularla, toplumun
kesimleri arasında bir köprü oluşturmaya çalışıyor. 5 ay içerisinde 35 bin km
yol yapan ekip, filmin yapımı için 39 Neolitik kazı alanı, 27 müze ve
laboratuarda çekimler gerçekleştirdi. Farklı disiplinlerden 47 bilim insanı ve
yerel halktan 23 kişi ile sözlü tarih ve söyleşi çekimi yapıldı. Yönetmenliğini
Enis Rıza, yapım yönetmenliğini Nalân Sakızlı’nın üstlendiği filmin özgün
besteleri ise Sinan Sakızlı’ya ait.
Avrupa’nın Neolitik Köprüsü - Anadolu “Taşlar Yerinden Oynuyor” projesi, AB -
Türkiye Kültürlerarası Diyalog Programı tarafından destekleniyor. Proje,
İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA), Ankara İnsan,
Mekan, Enerji ve çevre Derneği (İMEçE), İstanbul Babil Toplum Kültür
Sanat çalışmaları ve Belgesel Sinema Derneği ortaklığında yürütülüyor.
Genç Sinema Hareketi ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin aktif kurucuları
arasında yer alan ve çok sayıda belgesel filme imza atan Enis Rıza Sakızlı ile
"Anadolu’nun Kadim Hikâyesi” belgesel filmi üzerine konuştuk.
‘GEÇMİŞE YAYILAN BİR ARAŞTIRMA SÜRECİMİZ VAR’
Öncelikle bu çalışma için nasıl bir fikirden yola çıktınız?
Anadolu kültürü meselesi tüm belgeselciler ve bizim için de bir çıkış noktası
aslında. Uygarlıklardan, toplumsal tarihe, ritüellerden inançlara, göçlerden
insan hikâyelerine zamanın hikâyesi.
Bizim, ekip olarak 90’lardan önce başlayan bir Anadolu Arkeolojisi Tarihi
meselemiz vardı. Bu konuda çok sayıda araştırma, okuma yaptık, söyleşiler
çektik. Yani bir yandan sürdürdüğümüz bir çalışmaydı ancak bir türlü belgesele,
projeye dönüştürecek imkân bulamamıştık.
Fakat bizi esas harekete geçiren Marmaray Kazıları sırasında Yenikapı’da ortaya
çıkan bulgular oldu. Çok değişik, tarihsel katmanların yanı sıra neolitiğe ait
epeyce ipucu çıktı. Hatta bunların içinde; dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan
ayak izleri ve urneler var. Yenikapı kazıları sonrasında neolitik döneme dair
duyduğumuz ilgiyle beraber okuma ve öğrenme serüvenimiz yeniden yoğunlaştı.
Dolayısıyla geçmişe köklenen bir araştırma sürecimizden söz edebiliriz.
‘KAZILARIN TAMAMINI VE MÜZELERDEKİ BULUNTULARI ÇEKTİK’
Nasıl bir ön çalışma yaptınız? Neolitik merkezlerin seçimini hangi kriterlere
göre belirlediniz?
Öncelikle Türkiye’deki Neolitik kazıların envanterini ve kronolojisini oluşturma
sürecini yaşadık. Yanı sıra kazı raporlarını okuduk. Çok ciddi kaynak taraması
yaptığımızı söylememe gerek var mı bilmiyorum. Ve elbette Mehmet Özdoğan gibi
bir danışmanımızın ve diğer danışmanlarımızın varlığını da… Doğal olarak her
kazı başkanı ve diğer disiplinlerden arkadaşlarımız da konularının danışmanı
olarak çalışmamızda yer aldılar.
Neolitik deyince, yeni araştırma süreciyle beraber bunun toplumsal olarak da
kavranması ve bilgisinin yaygınlaşması gerektiğine dair de heyecanımız arttı.
Çünkü Anadolu Neolitiği araştırmaları tarihin kısa bir geçmişi ile birlikte çok
büyülü, bugüne dair işaretleri olan bir öykü. Dolayısıyla sözlü tarih
çekimleriyle kazılarda çekim yaparken kazıyı yapan arkeologlarla son bilgilere
ulaşma doğrultusunda da bir eğilim oldu.
Neolitik merkezlerin seçimi konusunda ise hiçbir alanı dışında bırakmak
istemedik. Bu yıl bütçe dolayısıyla kimi kazılar çok geç başladı, kimi kazılar
yapılamadı. Ama biz geç başlayan ya da yapılamayan hatta kapanmış kazılar da
dahil olmak üzere hepsine gittik. Şu an Anadolu’da esas olarak dört ana bölgede
kazılar gerçekleşiyor. Bunlar; Mezopotamya, Orta Anadolu, Akdeniz-Ege ve bir de
Marmara-İstanbul ve Trakya. Dolayısıyla bütün bu bölgelerde kazıların neredeyse
tamamına ve müzelerdeki buluntularına ulaşmaya çalıştık.
‘GÖZÜN GÖRMEDİĞİNİ GÖRÜYORLAR’
Peki, çekimlere neolitikle başlamanızın nedeni nedir?
Son 15-20 yıl öncesine kadar Anadolu’nun neolitik konusunda bir çıkış coğrafyası
olduğu, özellikle Avrupa neolitiğinin kaynağını, deyim yerindeyse çekirdeğini
oluşturduğuna dair bilgiler çok zayıftı. Ya da uluslararası düzeyde kabul
edilmiyordu. Bu konuda sadece Batılı bilim insanları değil, Türkiye’deki bilim
insanları da biraz tereddütlü yaklaştı. Dolayısıyla biz bu süreci bir tür
tanımlama, belgeleme üzerine yola çıktık. Anadolu’da neolitik coğrafya açısından
ulaşılması gereken daha fazla bilgi var ve toprak altında duruyor. Anadolu
toprakları onu hala ‘sır’ olarak saklıyor. Bir kere bunu ciddi olarak fark etmiş
bulunuyoruz.
Tabii bizi neolitik konusuna iten nedenlerden birisi de çok özel bir durum.
Neolitikçilere kendi aralarındaki dayanışmalar, interdisipliner ilişkiler
açısından baktığınızda bambaşka bir arkeolog grubuyla karşılaşıyorsunuz. Her
şeyden öte İskender Heykeli veya saray değil, kerpiç bir duvarı buluyorlar!
Yaptıkları gerçek anlamıyla iğneyle kuyu kazmak. Gözün görmediğini görüyorlar.
Hayal gücüyle, sabırla, çalışma yöntemleriyle başka türlü insanlar. Onlarla
birlikte kurulan hayaller bambaşka bir dünyaya götürüyor sizi...
Çayönü’nden, Çatalhöyük’ten Aşağıpınar’a ve diğer alanlara kadar çok ciddi
yapılar ortaya çıkıyor. Özellikle de Urfa ve çevresi bu konuda heyecan verici.
Anlattığımız dünya, sınır kavramının, savaşın olmadığı, eşitlikçi bir dünya…
Kendilerini hayvanlar aleminin bir parçası olarak görmüşler ve doğayla ekolojik,
farklı bir ilişki kurmuşlar. Böyle bir dünyanın hikâyesi… Ve bu dünyanın
hikâyesini çok içselleştirerek kavradık. Tüm bunlara dair öngörülerimiz de
neolitiğe yaklaştırdı diyebilirim.
‘BU BÜTÜNSELLİKTE İLK VE TEK YAPIM’
Neolitik dönemi anlatan çok sayıda yayın var. Bu anlamda sizin diğerlerinden
farkınız nedir?
Evet, çok sayıda basılı yayın var ama doğru dürüst yapılan işlerin tamamı
akademik. Mesela Sevinç Baloğlu’nun filmi var… Henüz izlememiş olmakla birlikte
daha spesifik bir alanda yürüdüğünü düşünüyorum. Ama bizim gerçekleştirdiğimiz
belgesel, 2020 yılına kadar var olan bütün bilgileri, alanları, Anadolu Neolitik
tarihini bir bütün olarak ele alıyor. Ne yazık ki bu bütünsellikte şimdilik ilk
ve tek yapım. Ne ki insan, kamuoyunun aydınlatılması amacıyla sayısız yapımın
gerçekleştirilmesini diliyor.
‘BULAMADIĞIMIZ CEVAPLAR, HERKESİN PEŞİNDE OLDUĞU CEVAPLARDI’
Bu belgesel için yola çıkarken meseleye yayılım açısından mı baktınız? Yoksa
paket bir kültür olarak mı düşündünüz? Sizin yaklaşımınız neydi?
Bizim araştırma ekibi olarak neolitiğin ilk başlangıcından bugüne
karşılaştırmasını yapmak gibi bir yaklaşımımız vardı. Nitekim film, o yaklaşım
üzerinden gerçekleşti. Elbette ilk merakımız son verilerden hareketle neolitiğin
ve neolitik insanın Doğu’dan Batı’ya ve diğer yönlere yolculuğuydu. Ama az önce
dile getirdiğim soruların cevaplarını bulamadan ve anlamadan bu serüveni
çözümlemek de mümkün değil…
Tabii Neolitik dönemde insan göçü ve fiziki göç de var. Ama ondan önce kültürel
bir yayılım da... Örneğin obsidyenin yolculuğu, tekerleğin icat edilmediği o
geniş coğrafyada, insanı hayrete düşürüyor. Bazı çanak türlerinden mimariye
kadar sayısız veri bu yayılımın izleri olarak karşımıza çıkıyor.
Belgesel çekimleri sırasında, neolitiği kavramanın, başka bir dünyanın da
mümkünlüğüne dair yarattığı duyguyu da yaşadık. Dolayısıyla yayılımdan,
neolitiğin insanlar üzerinde çağrıştırdıklarına ve izleyen uygarlıklara ulaşan
yapısına kadar birçok şeyi bir bütün olarak anlatmaya çalıştık. Adım adım her
kazı yerinde yeni cevaplarla karşılaşıp yeni sorular sorduk. Her sorduğumuz
soru, yeni sorulara yol açtı. Birtakım cevapları bulduk ya da bulamadık. Ama
bulamadığımız cevaplar herkesin peşinde olduğu cevaplardı…
‘UYGARLIĞIN SIRRI ANADOLU’DA’
Kazıların bu kadar çoğalması akademik kirlenmeyi de beraberinde getiriyor.
Akademik dünyada neolitiğe bakış nasıl? “Her üniversitenin kendi neolitiği var”
diyebilir miyiz? Yaptığınız röportajlar sırasında siz neler hissettiniz?
Başta da söylediğim gibi neolitikçiler diğer arkeologlara göre daha farklı.
Disiplinleri, düşünme biçimleri, beklentileri, çalışma yöntemleri, heyecanları…
Bunun dışında çok ciddi biçimde interdisipliner alanlarla birlikte çalışıyorlar.
Kemiklerden tutun, bitkilere kadar her şeyden sonuç elde ediliyor. Çok
yoğunlaşmak isteyen, çok somut bilgilere dayanmaya çalışan, aynı zamanda da
ciddi anlamda hayal gücüne de ihtiyaç duyulan bir alan.
Bu anlamda akademik kirlilikten ne kadar söz edilebilir bilemiyorum. Herkes
kendi alanının bulgularıyla, başka alanlardaki bulguları olabildiği kadar
karşılaştırarak, kendi tezini oluşturuyor. Bu tezler birçok noktada da
çakışıyor. Zaten tezlerin çoğunda ortaklaşan konular var. İnce çizgiler hâlinde
farklı bakış açıları, farklı görüşler de var. Özellikle Avrupa'ya hatta Asya’ya,
Orta Doğu’ya yayılım konusunda yaklaşım farklıkları var. Tabii filmde olabildiği
kadar bu görüşler de yer alıyor.
Belki bu sorunuzu, Çayönü Kazı Başkanı Aslı Özdoğan’ın bir cümlesiyle daha iyi
yanıtlayabilirim. Özdoğan, çekimler sırasında, "Ben 30 yıl önce burada,
neolitikte anıtsal mimari olduğunu söyleseydim üstümü çizerlerdi’ dedi. Çünkü
son yıllarda bulgular o kadar çok zenginleşmiş ki… Dolayısıyla böyle bir
ortamda, böyle bir hareketlilik içinde özellikle prehistoryacıların farklı
görüşlerde olması, gitgide netleşen sonuçlar üzerinden yeni tezler tartışmaları
çok doğal. Altını çizerek ifade edeyim… Yeni bir tarih yazılıyor. Yazının,
yazılı belgenin olmadığı zamanların ortaya çıkmakta olan bilgisi elbette
tartışmayı, farklı tezleri hak ediyor.
Peki, size göre Anadolu’da neolitik neden bu kadar hareketli?
Bu hareketliliğin bir nedeni esasında neolitik yayılımın kaynağının Anadolu
olması. Geçmişte böyle bir kabul yokken şimdi Anadolu dediğimizde Anadolu’nun
bütününü olduğu kadar Mezopotamya’yı da kastediyoruz. Dolayısıyla dünyanın
farklı coğrafyalarına yayılımın bu coğrafyadan yola çıktığı artık kabul görüyor.
Bu durum Anadolu’daki kazıları da daha hareketli hâle getiriyor. Çünkü
uygarlığın sırrı orada…
‘OBSİDYEN ALIŞVERİŞİ İNANILMAZ BİR GÖSTERGE’
Türkiye’de Neolitik dönem 20-30 yıl öncesinde Doğu ve Güney Doğu Anadolu
Bölgesi’nde yaygın olarak bilinirdi. Arkeologlar için Neolitik dönemin batıya
kayması ise oldukça yeni bir durum. Sizin buna dair izlenimleriniz neler?
Evet, 30 yıl önceki haliyle kalsaydı sadece “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
Neolitik var” diye düşünecektik. Neredeyse Mezopotamya’dan başlayıp Avrupa’ya,
Asya’ya doğru bir yayılım adım adım gerçekleşiyor. Yani hem fiziki göçle hem de
aynı zamanda kültürel yayılmayla oluşan bir süreç. Bütün bunların bulguları son
yıllarda ortaya çıkmaya başladı.
Aslında Anadolu’yu bütün olarak önemli hâle getiren ve yayılımın dinamiklerini
oluşturan unsurlardan biri de buğdayın evcilleştirilmesi. Tabii bunun yanında
domuzun, keçinin, koyunun, köpeğin evcilleştirilmesi de önemli. İnsanlar en
bereketli, en verimli coğrafyada yerleşik hayata geçmişler. Oradan başlamış her
şey. Şaşırtıcı olan da tekerleğin bulunmadığı bir dönemde yüzlerce hatta
binlerce yıl süren obsidyen alışverişinin yapılıyor olması. Obsidyen alışverişi
inanılmaz bir gösterge. Obsidyeni taşıyan avcı-toplayıcı gruplarla bir yerden
bir yere bilginin de aktarıldığı bütünsel bir dünyadan bahsediyoruz. Zaman
içinde neolitik hayatın diğer coğrafyalara, özellikle Avrupa’ya yayılması da bu
bütünsellik içinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda, coğrafyanın
kolaylaştırıcılığını da unutmamalı.
‘BEKLEMEDİĞİMİZ BİR SONUÇ ALDIK’
Son olarak belgesele başlarken sizin kafanızda oluşturduğunuz kurgu ile işin
bitiminde ortaya çıkan örtüştü mü? Yoksa sizi başka dünyalara mı götürdü?
Yola çıkarken kurduğumuz hayallere çok aykırı bir şeyle karşılaşmadık aslında.
Ancak o dünya tahayyülünü çok somut olarak bilim insanlarının kişiliğinde ve
aktarımında görmek heyecan verici oldu. O bilgi, varsayım ya da öngörünün somut
haliyle karşılaşmak da ayrıca çok etkileyici. Yine de beklemediğimiz, bizim için
olduğu kadar herkes için cevaplanması gereken sorulardan birisi yerleşimlerin
terk edilme nedenleri… Ama asıl, gördüklerimizin ve keşfettiklerimizin ötesinde
ve bu bağlamda yeniden onların kendi dünyalarını nasıl tanımladıkları meselesi
daha da büyük bir soru… Örneğin çocuk, aile gibi kavramlar.
Tabii böyle olunca yolun başındaki duygularımızla, yolun sonundaki
duygularımızın geçişini tarif etmek biraz zor. Alana gidince bambaşka bir algı
oluşuyor, beklenmedik rastlantılar da cabası. Bambaşka bir zamanın, iklimin ve
hayatın hayallerine kapılmamanız mümkün değil. Bizim bugün telaffuz etme
ihtiyacını duyduğumuz, kavram ve cümlelerle ifade etmekte zorlandığımız bir
yaşam kültürü hikayesi anlatmaya çalıştığımız.
Sonuç olarak başlangıçta tekdüze bir çekim olmasından endişe etmiştik. Ama çok
sorular üreten, başta sahip olmadığımız sorulara sahip olduğumuz, çoklu bir
bakış açısı oluştu. Dolayısıyla bizim beklemediğimiz bir sonuç aldık. Üstelik
farklı bir dünyanın mümkünlüğüne dair aldığımız ilhamı da eklemeliyim.
29 Ağustos 2020
Nuray Pehlivan
npehlivan@gazeteduvar.com.tr