Mehmet Ragıp Karcı


Yönetmen

Doğum Tarihi - 14 Haziran 1945, Şanlıurfa, Siverek
Ölüm Tarihi - 25 Şubat 2020, Ankara

1945, Şanlıurfa, Siverek doğumlu. Erzincan'da Askerî Lisede okudu. Diyarbakır'da Ziya Gökâlp Lisesini bitirdi. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farsça Bölümünden mezun oldu. Devlet memuru olarak çalıştı. TRT'ye kamera asistanı olarak girdi ve stüdyo kamera servisinde çalıştı. Daha sonra yapımcı-yönetmen olarak Eğitim - Kültür Programları Müdürlüğünde çalıştı ve 1997 yılında emekli oldu. Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. İlk şiiri 1968’de Türk Yurdu dergisinde; sonraki yıllarda şiir, hikâye ve çevirileri Edebiyat, Gelişme, Mavera, Seyir (Van), Yönelişler, Ay Vakti, Yedi İklim ve Hece dergilerinde, inceleme yazıları Hece dergisi ile Türkiye Yazarlar Birliği yıllıklarında yayımlandı. Halk şiiri ve divan şiirinden beslenen bir duyarlılıkla günümüz insanını yaşadığı hayat içinde ustaca gözlemleyen, hayat içinde insanın konumunu arayan bir tavır geliştirdi. Az fakat usta işi şiirler yazdı. Müzikle ilgilendi. Şiir ve müzik arasındaki estetik bağı vurgulayan tavrını metinleriyle ortaya koydu. Mehmet Ragıp Karcı’nın adı Siverek’te bir okula verildi ve şairin bu okula hediye ettiği kitaplar için özel bir bölüm oluşturuldu.

Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler

Yeşilin Bir Ucu Azdavay - 1998 .... Belgesel, 00:29:00, 1 Bölüm
Eski Bir Hüzün Van - 1997 .... Belgesel, 00:26:00, 1 Bölüm
Kaçkar - 1996 .... Belgesel, 00:30:00, 1 Bölüm
Dört Mevsim Ilgaz - 1995 .... Belgesel, 00:30:00, 3 Bölüm
Ardanuç - 1995 .... Belgesel, 00:30:00, 1 Bölüm
Şavşat - 1995 .... Belgesel, 00:27:00, 1 Bölüm
Kanuni ve Trabzon - 1995 .... Belgesel, 00:26:00, 1 Bölüm
Meydandan Hayata Kadın - 1994 .... Belgesel, 00:27:00, 1 Bölüm
Yusufeli Güzellemesi - 1994 .... Belgesel, 00:25:00, 2 Bölüm

Yayınlanmış Kitapları

Yeni Bir Sevda Süleymanı - 1986
Bir Başkasının Kitabı - 1996




Kaynak
Geçmişten Geleceğe Belgeler... Bilgiler... 1968/2008
TRT Arşiv Dairesi Başkanlığı, N. Beyhan Karadağ








Onun adı Yezid Dede

Renkli bir roman olabilecek hayatını, türkülerimizi korumaya, yaşatmaya adamış. On parmağında on marifet var. Sünni ve Nakşî, hatta Risale--i Nur ekolünden. Ancak Alevi cemlerinde tören yönettiği için adı ‘Yezit Dede’ye çıkmış.

Adı, Mehmet Ragıp Karcı. Kameraman, fotoğrafçı, yönetmen, şair, yazar, öykücü, Osmanlıca ve siyakat hocası... Ve Türkiye’nin en büyük saz ve söz üstatlarından biri. Aynı zamanda saz yapım ustası. Türkülerimize sevdalı. İsminin önüne birçok vasıf rahatlıkla getirilerek anılıyor. Onu kimileri saz ve türkü ustası, kimileri Osmanlıca hocası, kimileri şair, yazar, Nur talebesi, Alevi dedesi, yönetmen diye tanıyor.

Karcı, “sağ” cenahın dar edebi çevresi ve medya camiası haricinde fazla tanınan biri değil. Oysa kendisine yüklediği misyon, şöhretiyle kıyas edilemeyecek kadar büyük. Türkülerin sesinin kesilmesini önlemeye adamış hayatını. “Bugünlerde bu meseleye, yani türküye sahip çıkmak bile başlı başına bir cesaret ister” sözleri, Neo—conlar’ın estirdiği ve “yerli”yi pek sevmeyen globalizm rüzgarına ve “imajlar” dünyasına bir gönderme aslında. İki şiir kitabı var Karcı’nın: Yeni Bir Sevda Süleymanı (1986) ve Bir Başkasının Kitabı (1996). Şiirlerinde türkü tadı/sesi var. Mavera, Gelişme, Edebiyat, Kayıtlar gibi edebi dergilerde şiirleri, yazıları, öyküleri yayınlanıyor.

Hepsi bir yana çok ilginç bir hayat hikâyesi var Karcı’nın. Davut Sulari, İsmail Daimi, Terzi Fehmi gibi büyük ustalardan öğrenmiş sazı ve türküyü. 1966 yılında ülke çapında yapılan saz çalma imtihanında/yarışında Orhan Gencebay, Cinuçen Tanrıkorur ve Arif Sağ’ın ardından derece almış. Sazı çalmak bir yana, yapıyor da. Hangi ağaçtan iyi saz çıkar, neresi ne kadar oyulmalı, iyi biliyor. Askeri lisede Okumuş ve daha sonra ayrılmış. Risal—i Nur ekolüyle 60’ların başında tanışmış. İflah olmaz bir Osmanlıca hayranı. Risaleler, Osmanlıca’ya olan merakının kaynağı. Osmanlıca'yı ve daha önemlisi siyakatı çok iyi biliyor. Türkiye Yazarlar Birliği’nde gençlere ücretsiz Osmanlıca dersi veriyor; tek şartı, gençlerin her birinin bir başka kişiye Osmanlıca öğretmesi.

Yolu Necip Fazıl’la da kesişmiş Karcı’nın. Üstad, ölümüne yakın bir vakit, “Bana Urfalı o çocuğu, Memed’i bulun, bir sırrım var, ancak ona emanet edebilirim” diye çağırtmış. En yakınındakilere, hatta eşine dahi söylemediği sırrını Karcı’ya emanet ettikten kısa süre sonra da dâr—ı beKaya göçmüş. “O sır benimle birlikte mezara gidecek” diyor Karcı.

Söyleşimize geçmeden önceki son not: Öz be Öz Sünni ve Nakşi olan Karcı, Alevi camiasında “Yezit Dede” namıyla tanınıyor. TRT’de kameramanlık yaptığı yıllarda, bir gün cemleri görüntülemeye gittiğinde, daha çok Toy olan dedenin birçok Cem erkânını bilmediğini ve yanlış yaptığını görünce, müdahale edip cemi kendisi yönetmiş. O günden sonra hem yeni cemler yönetmiş, hem de musahipleri olmuş.

- Türkü nedir? Musikiden farklı bir şey midir?

Türkü dediğimiz şey ilk elde insanımızın her hangi bir hâl karşısında ricat ettiği bir tahassüs alanıdır. Ricat bize burada bir Savaş hali zannı ifade edebilir. Hadi biz müracaat diyelim. O müessiriyet hâli ile dışarıya meramını ifade etmeye Çalışır. Bu aslında bir yakınma, bir kavga, bir ilenme hâlidir. Musikî dediğimiz şey ise, karşısındakinin idrâk melekelerini uyandırmak için kullandığı bir başka yardımcı unsurdur.

- Türkülerin sizin üzerinizdeki tesiri ne şekilde vukû buluyor ve nereden geliyor?

Ben türküleri, merhum Tanpınar’ın bizim romanımız dediği zaviyeden idrâk etmeye çalışıyorum. Hadi Tanpınar üstâdın iğvâsına fazla kapılmayalım isterseniz, şöyle bir yaklaşım deneyelim: Tanpınar üstâdı bilmem amma, benim roman diye fehm eylediğim, ifade—i merâmın müzik sesi katılmadan önceki halidir. Yâni o mağmum duruştur. “Yarim beni beğenmezdin, bak bana nişan taktılar”, “Sen gidersen beni burda ister var”, “Yoncalığın İnce yolu gide gide kavuşuyor/ Oğlumu vuran candarma İlvan İlvan savuşuyor”. Bu son mısradaki jandarmanın gidişini bile bir bediî seviye ile tarif eden bu milletin kalbine kurban olunmaz mı, düşünün. Türküler bu yüzden izzetlidir.

- Son dönemde türküye merak saran, söyleyen gençler köylü, çağdışı gibi sıfatlara maruz bırakılıyor. Pop kültürü ve globalizm senaristlerinin bilinçli taktiği mi bu?

Okur yazar taifesinin, ekâbir takımının türküleri köylü diye tesmiye etmesinin temelinde, türkülerde Can yakan, yahut yakması gereken asaleti idrâk edememeleri; yüzlerine Tokat gibi çarpan ıstırabı ıskalamak istemeleri yatmaktadır. Türkülerin karşısına elin popunu, cazını çıkarmaya çalışanlar var ki bu halet—i rûhiyeyi şahsî telezzüzle izah etmek mümkün görünse de açıkçası benim aklım için bu mesele, Jöntürk ve Tanzimatçı taifesinin başları sıkıştığında sığındıkları yabancı sefaretler gibi bir başka güvenlik alanı olarak yedeklerinde tutmak niyetinden başka bir şey olarak görünmüyor. Türkü bu bakımdan bir şahsiyet, haysiyet ve hâssiyet meselesidir.

- Türkü dahil halk müziği bir dönem yasaklanmıştı. Bundan ne amaçlanıyordu?

Bu hareket, gönül vadilerimizin sömürgecilerin çeşitli ameliyelerine müsâit hale getirilmesi için yapılmıştır. Manevî vücûdumuzun merkezi olan kalbimiz, kendi sesimize uzak bırakılarak bîtâb ve çâresiz kılınmak istenmiştir. Son yılların yabancı müzik furyası yanında, yabancı hâle getirilmiş kendi müziğimize gösterilen itibarı da bu açıdan görmeliyiz. Konfüçyüs’ün sözü meşhurdur: Bir milleti köleleştirmek istiyorsanız, o milletin müziğine bir ses ekleyin.

- Bazı türkülerin sözleri değiştiriliyor veya yılların türkülerine yeni sözler ekleniyor. Sizin de dikkatinizi çekti mi?

Türküler üzerinde sürdürülen tasalluta bazı Örnek vermek de gerekebilir. Bunun kasıtlı yapılanları olduğu gibi, icracıların bazı terimleri anlayamamaları, hattâ telaffuz bile edememeleri sonucu yapılanları da var. Türküler hem icra edilirken, hem de dinlenirken husûsî bir dikkat ve mümkünse rikkat ister. Bu edeple ilgili bir meseledir. Bir de Okur yazarımızın, türküyü idrâk ve fehm etmesindeki zorluk Göz önüne alınmalıdır. Ben bu konuda müddeî bir sürü adamın bu işin en Küçük edebine ve anlayışına bile mâlik olmadıklarını yakînen bilenlerdenim. Bu da gösteriyor ki aslında türkü hem ifade ettikleri, hem taşıdıkları hususiyet bakımından şehirlidir.

- Değiştirilen türkülerden Örnek verebilir misiniz?

Derviş Ali’nin Ali Ekber Çiçek’ten alınan bir türküsünde, ikinci dörtlük şöyledir: Solmazsa dünyada güzeller solmaz/Bu dünya fânidir kimseye kalmaz/ Yalan dolan ile sofuluk olmaz/ Mümin olan bekler verâyı gönül.. Son kıta da şöyledir: Derviş Ali Öğüt verir özüne/Gönül lutfeyleyip gelmez sözüne/ Azrail konarsa göğsün düzüne/ O zaman beklemez sırayı gönül.. Sevgili Orhan Hakalmaz verâ kelimesini bilmiyor olabilir. Son mısrayı “O zaman görürsün karayı gönül” diye okuyor.

- Türkülerde bazı sözlerin ideolojik sebeplerle kasıtlı değiştirildiği, hatta orijinal haliyle okumaya devam eden söyleniyor?

Dikkat ediliyor mu bilmem, son zamanlarda “düvaz imam” tabir edilen ve 11 İmam’ın şahsiyetini konu alan nefesler ya hiç okunmamakta, yahut sanki çok sıradan bir parça imiş gibi baştan bir, sondan iki kıtası icra edilip geçiştirilmektedir. Bu durumu sorduğum bir iki sanatçı arkadaştan aldığım cevap ürkütücüdür. Şu cevabı verdi arkadaşlar: ‘Okuduğumuzda içimizden kimse bu imamları tanımıyor. Tanıyanlar da sahiplenmiyorlar. Yani anlayacağın artık tarikat da, yol da bunlarsız alınacak. Bir de satmıyor’. Mevlevî semâları gibi semahların da artık pîr aşkına değil şov ve para aşkına yapılmaları ayrı bir ıstırap konusudur.

Ahmet Dinç, a.dinc@aksiyon.com.tr, Sayı: 454
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=2879