Yapım Tarihi - 2008
Süre - 00:31:00
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe, Mini Dv
Yönetmen - Egemen Adak, Hira Selma Kalkan
Yapım Yönetmeni - Prof. Dr. Asker Kartarı
Görüntü Yönetmeni - Egemen Adak
Kurgu - Sibel Tekin
Müzik - Metin Kemal Kahraman
Yapım - Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
Belgeselde, dünyanın en medeni toplumlarında dahi görülmeyen deliliği
kabullenme, yüceltme öyküsü anlatılıyor. Askerlik dönüşü şizofren hastası olan
Seyit Hüseyin lakaplı Hüseyin Tatar’ın ilginç yaşam öyküsü üzerinden, Tunceli
toplumunun deliliğe bakışı inceleniyor. Ölümünden sonra Seyit Hüseyin’e,
türküler yazılıyor, heykeli dikiliyor, mezarı her Cuma mumlar yakılan adaklar
adanan bir türbeye dönüşüyor. Belgesel, ‘bir deliyi bu kadar değerli yapan
nedir?’ sorusunun cevabını arıyor.
Dünya Hakları / Export Agent- Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
Satış Sorumlusu / Sales Contact- Prof. Dr. Asker Kartarı
Telefon / Phone- 0312 297 62 25
E-posta / E-mail- akartari@hacettepe.edu.tr
Internet Sitesi / Web Site- www.hacettepe.edu.tr
İnsanın ‘Deli’ Dediği kimdir ?
Hakkında söylenilenleri dinleyen köylü bir kadın, tarlanın ortasında eliyle fiğ
biçerken “Kışları mezarına kar yağmıyormuş. Yağmur hiç ıslatmıyor… Mezar
toprağından alıp sütün içerisine konulduğunda o süt maya tutar ve yoğurt olur.”
İnanmak zor gibi gelse de, dilden dile yayılan gerçekliği her zaman tartışmalı
olan şehir efsaneleri hep böyle başlayıp büyümez mi zaten ?
Bir yerlerde, birileri çıkar ve bir konuya ilişkin bir şey söyler… O söylenen
dilden dile yayılır. Herkes kendince bir “katkı” sunar. Çığ misali
yuvarlandıkça, dillendikçe büyür ve tüm gerçekliğin üzerini kapatır. “Efsane”
dedikleri zaten nedir ki ? Üzeri kapandıktan sonra kim bilebilir ki altında
yatan gerçekliği… Herkes kendi olduğu yerden, kendi görmek istediği açıdan,
olmasını hayal ettiği şekilde yönlendirmeye, “katkı” sunmaya çabalar. Hele birde
bu sözlü kültürün etkin olduğu bir coğrafyada gerçekleşiyorsa “tutabilene aşk
olsun”.
Tüm dezavantajlarına rağmen sözlü kültürün hakim olduğu toplumlara sunduğu tek
olumlu yön; olayların, hikaye, masal yada efsanelerin bir tek kişi tarafından
yazılmasından öte, adeta tüm toplum tarafından ortaklaşa oluşturulmasıdır…
Dersim’deki “Sey Wuşen” de tüm toplumun gerçekten içerisinde bizzat yer alarak
başlattığı ve bu gün dilden dile yayılan bir efsaneye dönüştü… Yaşadığı dönemde
adeta onunla vakit geçirmek, fotograf çekilmek, ona takılmak, kızdırmak yada bir
günde kirleteceği bilinse bile pahallı elbiseler alıp giydirmek, içebildiği,
yiyebildiği kadar yedirip içirebilmek, Dersim halkının birbirleriyle
yarışırcasına yaptığı eylemliliklerdi. En sonunda Duyanları bile şaşırtırcasına
iğrenç bir cinayete kurban gitmesinin ardından heykelinin dikilmesiyle efsane
tam anlamıyla somutlaştı.
2008 Yılı içerisinde ise, yaşamı ve halk nezrindeki saygın yeri Egemen Adak,
Hira Selma Kalkan tarafından belgesel film haline getirildi. “İnsanın deli
dediği” adlı filme ilişkin olarak en son söylemem gerekeni, filme ilişkin
tespitlerime girmeden önce söylemeliyim. Bana göre Sey Wuşen’i Dersimlilerin
gözünde değerli kılan en önemli unsur onun kutsal Kureyşan aşiretinin bir üyesi
olmasıydı. Başka bir şey değil…
Hacettepe Üniversitesi İletişim fakültesi öğrencileri tarafından 2008 yılında
hazırlanan belgesel, halkın Sey Wuşen’e yönelik” tanımlamalarıyla” başlıyor.
“Seyit, ermiş, Mazlum, fukara, gariban, kimsesiz, deli… “ Kamer Genç noktayı
koyuyor. “Bir insan” diyor. “O tüm her şeye rağmen bir insan olduğu için,
yaptılarıyla halkın gönlünde taht kurduğu için onun adının, anısının yaşaması
için bu heykelin yapımına katkı sundum”
Yok sayılan gerçeklik - 38
“ İnsanın deli dediği ” Sey Wuşen’e yönelik halkın yaklaşımı aktardıktan sonra
yine halkın ve yakınlarının tanıklığıyla hayat hikayesini aktarmaya başlıyor.
Askerden önce de çok normal olmadığına yönelik iddialar, askerden sonra eşinin
ihanetine yönelik iddialar, Türkçe, Kürtçe hızlı bir şekilde birbirine
kovalıyor. Ama Dersim’de hep anlatılan, filmde de sokağa çıkma yasağının
yaşandığı zamanlarda çılgınca sokaklarda bağırıp halkın topluca katledildiğine
yönelik tepkisi ve bunun sebebi bir anlamda es geçiliyor. Dersim insanı üzerine
herhangi bir araştırma ve inceleme yapılacaksa 38 gerçekliği unutularak
yapılacak tespitler gerçekçi olmayacaktır. Çünkü on binlerce insanın öldürüldüğü
olayın bu günkü nesiller üzerinde etkisi hala sürmektedir. Sey Wuşen gibi olaya
tanıklık etmiş, mağduru olmuş kişilerin yaşamlarını yönlendirmelerinde 38
sürecinde yaşadıklarının etkisinin olmadığını düşünmek, bunu görmezden gelerek
tespitler yapmak değil akademik eğitim alan kişilerin, sıradan insanların bile
art niyet yada bir takım kaygılar olmaksızın yapabilecekleri bir eylem değildir.
Filmin hiçbir sahnesinde Sey Wuşen’in 38’de görüp yaşadıklarına dair tek
cümlenin verilmemesi bir anlamda filmin yapılış niyetini sorgulatıyor, yeterli
araştırmanın ve objektif olma ilkesinin yerine getirilmesinde hassas
davranılmadığı ve taraflı davranıldığı şüphesi yaratıyor.
Filmde; 38 olaylarının etkisi haricinde, onu Sey Wuşen yapan etmenler oldukça
farklı yelpazeden insanlar tarafından karşılıklı olarak dile getiriliyor. 12
Saat boyunca elleri bağlı bir şekilde dövülmesi, askerlik dönüşü eşinin
kendisini aldattığının öğrenmesi yada “eskiden de zaten vardı bir şeyler” ( 38
Olaylarının etkisi olsa gerek - c.c. - ) gibi iddiaların ardından tanıklıklarla
devam ediyor film. Bu gün tüm Türkiye’nin tanıdığı müzisyenlerden olan Ferhat
Tunç, “ Henüz 7 Yaşındayken lokantaya gitmiş ve yemek yiyordum. Geldi ve birden
önümdeki yemeği kendine doğru çekerek yemeye başladı. Korktuğumu anlamıştı.
Gözlerini hiç kaldırmadan ‘Korkma. Açım ve sadece yemeğini yiyeceğim. Neden
korkuyorsun ki ? ‘ Bende korkumdan çıktım ve gittim” şeklinde ilk karşılaşması
ve tanıklığını anlatıyor. Tunç’un anlattığından da Sey Wuşen, kimseye zararı
dokunmayan ve sadece ihtiyacı olanı biraz kaba bir şekilde alan bir kişilik.
“Deli” yaftası yapıştırılan Wuşe, bir çocuğun korktuğunu anladığında verdiği
tepki kesinlikle azımsanacak gibi değil. Ama elbette ki bu onun diğer insanlar
gibi “normal” bir kişilik olduğu anlamına gelmiyor.
Tunç gibi arkadaşlarının, akrabaları yada bir tarlada ekin Biçen bir insanın
tanıklıkları onun halkın nezninde nasıl yer bulduğunun yüzlerce örneğini gözler
önüne seriyor… Kamera, tozlu raflarda, Atatürk, Hz. Ali ve Sey Wuşen’in
fotoğraflarının yan yana olduğu dükkanları görüntüleyerek tanıklıklara devam
ediyor. Filmde tam olarak veril-e-memiş olsa da, muğlak kalsa da “Sey Wuşen”
olarak Dersim merkeze geldiği süreçle devam ediyor. Wuşe, köyünden ayrılıp kent
merkezine geldiğinde artık farklı bir dünyaya adım atmıştır. İlk süreçlerde
inşaatlarda, gündelik işlerde çalışmaya başlar. “Üç kişinin işini tek başına
yapacak kadar güçlü bir kişilik”tir artık o birlikte çalıştığı işçi arkadaşına
göre… Bir süre sonra da daha da içine kapanır ve öylece dolaşmaya başlar. Dersim
halkı bu noktada devreye girer ve onu sahiplenir. Tüm ihtiyaçları karşılanır.
Ama o sadece o anlık ihtiyaç duyduğu kadarını kabul eder. Kendine göre bir sınır
çizer ve bu sınır da kulaklarının arkasına kadar gider. Bir tek sigara alır en
fazla. Yada kulak arkasına bir yedek…
İnsanın ‘Deli’ dediği filmi, Sey Wuşen’in hayat hikayesini tanıklıklarla anlatıp
giderken, Dersim gibi görsel malzeme bolluğu olan bir mekandan aynı açılardan ve
neredeyse “kalınılan otelin penceresinden çekilmiş” dedirten görüntülerle anlatı
güçlendirilmeye çalışılmışsa da çok fazla başarılı olunduğunu söyleyemeyeceğim.
Zaman zaman yakın plan kullanılan ve Sey Wuşen’i çağrıştıracak yüz-sakal
görüntüleri, insan detayları, ona mı ait, değil mi gibi muğlaklıkla birlikte
sunuluyor izleyiciye... Ki, benzer görüntülerin bir anlatıyı, iddiayı
desteklemek için kullanılması filmin ilerleyen bölümlerinde de sık sık karşımıza
çıkıyor…
Filmin belki de en eksik yanlarından birisini görselliğin filmin başından
itibaren çok fazla önemsenmemesi, geri plana atılarak tanıklıklarla
bağlantıların, geçişlerin peşi sıra kullanılması. Bu “tarz” belgeselden öte,
klasik haber formatı tadında bir izlenmeye, seyirciye bir saniyelik bile düşünme
vakti bırakılmamasına ve yorulmasına, dikkat dağılmasına yol açıyor.
Sey Wuşe’nin 20 saniye kadar bulunan kar altında yürürken çekilmiş görüntüsü
adeta renk olsun diye aralara serpiştirilirken, konu anlatımlarıyla paralel
genel mevsimsel görüntülerin kullanılması izleyici ilgisini dağıtan bir başka
unsur olarak karşımıza çıkıyor. Filme yönelik “teknik” eleştirilere müzik
seçimini de eklemeliyiz mutlaka. Çünkü, film tanıtımında yazılanın aksine
müziklerde Kahraman kardeşlere ait ezgilere az rastlanıyor. Saz ile yapılan
müzik ağırlıklı olarak ve doğru bir şekilde kullanılırken, Kahramanların
“Meyman” adlı parçasının “ne alaka” dercesine filmin ortasında ve kentten
“rastgele” görüntülerle kullanımı akıcılığı önemli ölçüde bozuyor…Şarkı
sözlerinin alt yazılı olarak verilmesi de bu iddiamızı güçlendiriyor… Filme
ilişkin teknik olarak eleştirebileceğimiz bir başka husus ise Sey Wuşen’in
öldürülme sürecinin anlatımlarında farklı mekanlarda çekilmiş görüntülerin ve
seslerin kullanılması… Anlatılan konuyu güçlendirmesi için kullanılan ağlayan
kadın görüntüleri yada ağıt sesleri kullanılması filmin konuya ilişkin
“belgesel” niteliğine bir parça gölge düşürmüş… Keza filmde dinsel ritüeller
gibi Dersim kültürüne dair bir çok öğenin kullanımında önceki ve sonraki
konularla bağlantılarda bariz bir sıkıntı hissediliyor…
İnsanın deli dediği, ele aldığı konunun özgünlüğü, zengin görsel ve kültürel
malzemenin bulunduğu bir coğrafyada, görsel olarak kısır sayılabilecek bir
görsellikle karşımıza çıkıyor. En büyük eksiklerinden birisi de film dili. Sey
Wuşen’in ve tanıkların normal yaşamlarında Kürtçe konuşuyor olmalarına rağmen
Türkçe anlatım dilinin seçilmesinin, en önemli renk kayıplarından birisi
olduğunu belirtmeliyim. Bu aynı zamanda bana göre filmin “belge” niteliğinin de
bir anlamda tartışılır kılıyor.
Filmde, “Dede” olarak tanımlanan kişilerin sözde “komik” görüntülerinin
seçilmesi ve bir anlamda “deli” olarak gösterilmeleri seyirciyle iletişimde
“başarılı” olsa da, zaman zaman bölge insanının “delilere inanacak kadar deli”
olduğu hissi yaratabilecek kadar yönetmenin düşünemeyeceği bir noktaya vardığını
da belirtmekte fayda var. Türkiye’de bir çok insanın bilinç altında bulunan,
sistem tarafından yıllardır pompalanan Gizli ırkçılığa dair izler ne yazık ki bu
filmde de zaman zaman karşımıza çıkıyor. Kürt - Alevi inancını ve onun
ritüellerinin, sosyal yapısını ve bu inancın belirli insanlara yüklediği kutsal
misyonun göz ardı edilerek bir olayın ele alınması bir topluma karşı izleyicide
(ön)yargılar oluşmasına sebep oluyor…
Filmi anlatacağını düşündüğüm en iyi cümle ise Sey Wuşen heykelinin açılışını
duyuran Kanal D Haber’deki bir cümle - “ .... Böylece Seyit Hüseyin’de heykeli
dikilen Türk büyükleri arasındaki yerini aldı. “
Bu anlatıya, tanımlamaya ve olan bitene yaklaşımlarına “Allah ihsan eylesin”
demekten başka bir şey denemez sanırım ki…
Caner Canerik
15.11.08
İnsanın Deli Dediği
Osmanlı Bankası Müzesi Sineması'nda, "Toplumsal Hafıza" teması altında,
yönetmenliğini Egemen Adak ve Hira Selma Kalkan'ın üstlendiği İnsanın Deli
Dediği adlı belgesel gösterilecek. 21 Mayıs Perşembe günü saat 18:00 ve 19:00'da
yapılacak gösterimlerin ardından, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Psikiyatri
Bölüm Şefi Dr. Ayla Yazıcı, "Öteki'nin Yeri" başlıklı bir söyleşi
gerçekleştirecek.
Belgeselde, dünyanın en medeni toplumlarında dahi görülmeyen bir deliliği
kabullenme, yüceltme öyküsü anlatılıyor. Askerlik dönüşü şizofreni hastası olan
Seyit Hüseyin lakaplı Hüseyin Tatar'ın ilginç yaşam öyküsü üzerinden, Tunceli
halkının deliliğe bakışı inceleniyor. Ölümünden sonra Seyit Hüseyin'e türküler
yazılıyor, heykeli dikiliyor, mezarı her cuma mumlar yakılan, adaklar adanan bir
türbeye dönüşüyor. Belgesel, "Bir deliyi bu kadar değerli yapan nedir?"
sorusunun cevabını arıyor.
Osmanlı Bankası Müzesi Sineması'nın Belgesel Sinemacılar Birliği danışmanlığında
hazırladığı program, "Toplumsal Hafıza" teması altında gösterilen filmler ve
ardından yapılan söyleşilerden oluşuyor. Seanslar, (0212) 334 22 70 numaralı
telefondan rezervasyon yaptırılarak ücretsiz izlenebiliyor.
21 Mayıs 2009 Perşembe
Film Gösterimi- "İnsanın Deli Dediği"
Saat- 18:00 ve 19:00
Yönetmen- Egemen Adak, Hira Selma Kalkan
Türkiye / 2008 / 31'
Söyleşi- "Öteki'nin Yeri" Dr. Ayla Yazıcı
Dr. Ayla Yazıcı
Ayla Yazıcı, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bünyesindeki Gündüz
Hastanesi ve Rehabilitasyon Merkezi'nin koordinatörü olarak görev yapıyor.
Uluslararası Psikanaliz Birliği denetimindeki psikanaliz eğitim grubunda
eğitimini sürdüren Yazıcı, kronik ruhsal hastalığı olan kişilerin
rehabilitasyonu üzerine çalışıyor. Ayla Yazıcı, İstanbul Psikanaliz Eğitim,
Araştırma, Geliştirme Derneği (Psike İstanbul) üyesi.
Belgesel Sinemacılar Birliği
Mart 1997'de "sivil bir platform" olarak yola çıkan Belgesel Sinemacılar
Birliği, Kültür Bakanlığı tarafından onaylanmış "Meslek Birliği" statüsünde
varlığını sürdürüyor. Başta İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmir olmak üzere tüm
Türkiye'deki belgesel sinemacılarla çalışan birlik, sinemayı toplumun
geleceğinin daha iyi tasarlanabilmesi ve toplumsal hafıza boşluklarının
doldurulması için önemli bir araç olarak görüyor. Türkiye'ye yayılmış
festivaller, özel organizasyonlar, üniversitelerde söyleşili gösterimler
düzenleyerek, belgeseller için televizyon dışında gösterim alanları yaratıyor.