Kamera Asistanı:
Musa Bulut
Teknik destek:
Gençağa Dilli
Yönetmen yardımcıları-
Fatih Dilli,
Önder Taşyürek
Trabzon’da, 1900’lerin başında Ali (Özbilen) Bey tarafından kurulan Ganita Çay
Bahçesi işlerlik kazanmaya başlar başlamaz sıradan bir çay bahçesi olmanın
ötesine geçer. Anadolu aydınlanma geleneğinde önemli bir öğe olan sohbet
kültürünün en güzel şekilde yaşadığı bir mekan olan Ganita, şehrin entelektüel
kesimi içinde sanatsal ve siyasal fikirlerin paylaşıldığı bir alan olmuştur.
Ganita aynı zamanda doğal yapısıyla da insanları derinden etkileyen bir yerdir
ve sayısız aşk’a ev sahipliği yapmıştır. 21. yüzyıla gelindiğindeyse Ganita,
küreselliğin etkisiyle toplumsal paylaşım özelliğini büyük ölçüde yitirmiş bir
kentin terk edilmiş sevgilisi gibi kalmıştır. Zafer Kalfa, bu çalışmasıyla
birlikte Trabzon’da bulunan herkes için özel bir yer olan Ganita’nın tarihi
hakkında insanları bilgilendirmenin yanı sıra küresellik, teknoloji ve artık bir
görüngüye dönüşen Avrupa Birliği sonucunda hasar gören önemli bir kültürel
değere de hayat vermeye çalışıyor.
Ganita Belgeseli'nin Gizli kahramanları
annem Perihan, babam Hüseyin Kalfa'ya...
Bu belgeselin sadece senaryosu, yönetmenliği ve kurgusuyla değil baştan sona her
ilmiğiyle kendim ilgilendim. Bu belgesel eğrisiyle, doğrusuyla ama her
yapıtaşıyla benim eserimdir.
Öte yandan, bu zorlu süreçte içinden tek başıma çıkamadığım öyle durumlarla
karşılaştım ki, desteklerini benden esirgemeyen insanlar olmasaydı belki de
Ganita Belgeseli asla tamamlanamayacaktı. Demek ki, bu eser ne kadar benim ise o
kadar da bizim' dir. İşin ‘biz' kısmını oluşturan kişileri özel olarak anmayı ve
onlara bir kez daha teşekkür etmeyi borç biliyorum-
Belgeselin çekimlerine başlamamıza rağmen henüz malî destek bulamadığım ve daha
en baştan tökezlediğim günlerde bana yardım elini uzatan sevgili ağabeyim mimar
Gökmen Yılmaz 'a ne kadar teşekkür etsem azdır. O, her zaman yanımda oldu ve
beni cesaretlendirdi.
Belgeselimizin malî destekçisi olan TLYD' nin saygın üyeleriyle tanışmamı
sağlayan kişi yakın arkadaşım Aytaç Aliyazıcıoğlu 'dur. Bir sonbahar akşamı,
derneğin kapısından içeri birlikte girdik ve belgeselin kaderi adına en önemli
adımlardan birini beraber atmış olduk.
Belgeselin kurgu teknisyenliğini yapan Nail Pelivan ile beni tanıştıran kişi ise
Alper Kızılboğa 'dır. Genç bir sinema emekçisi olan bu güzel insan, bütün süreç
boyunca sorularıma yanıt, sorunlarıma çözüm olmak için çaba harcadı. Kendisiyle
bir daha ne zaman karşılaşırız, Allah Bilir ama ben, onu hep gülen yüzüyle
hatırlayacak ve sevgiyle anacağım.
Bu arada beni Alper ile tanıştıran ve tanıştırma zincirinin ön halkalarından
birini oluşturan amcamın oğlu Can Arslan 'a da teşekkür etmem gerek. Teşekkürler
kuzen!
Belgeselin Ankara çekimleri Vadi Yayınevi 'nde yapıldı. Bu büyük olanağı bana
sağlayan yayınevi çalışanlarına ve tabii ki Ercan ağabeye sonsuz teşekkürler.
İstanbul çekimleriyse Karadeniz TV yönetim kurulu başkanı Zihni Cinan ' ın ilgi
ve yardımlarıyla gerçekleştirildi.
İstanbul'daki en zorlu günlerimde adeta Hızır gibi imdadıma yetişen ve
belgeselin oluşumu adına büyük adımların atılmasını sağlayan Selahattin Kınalı'
ya bir kez de buradan teşekkür ediyorum. Fakat o, kendisine teşekkür
edilmesinden hoşlanmaz, biliyorum. Zaten ben de yapabileceğim başka bir şey
kalmadığı için bu yolu seçiyorum. Belgeselin ilk gösterimi sırasında yanımda en
çok da Selahattin Kınalı' nın olmasını isterdim; olmadı. Sevincim buruk kaldı
ama bana düşen ağabey sözü dinlemektir.
İstanbul koca şehir; insan her an içinde kaybolabilir. Kaldı ki ben, bu belgesel
süreci içerisinde sürekli oradan oraya koşturmak durumunda kaldım. Kalacak yer
ve ulaşım sıkıntısını sonuna kadar yaşadım. Birçok akşam Cemal dayımda (Cemal
Şanlı) kaldım. Dayımın evine ulaşmak oldukça güç ama o evde yemeğimi hazır eden,
çamaşırımı yıkayan, gece olunca yatağımı seren bir kadının varlığını his etmek
benim için şükredilmesi gereken bir durumdu. Kadiriye yengeme ne kadar teşekkür
etsem azdır. Çünkü günün yorgunluğunu onun demlediği çay ile atıyor, sahurda
onun hazırladığı sofraya oturuyordum. Her güne ve belgeselin her adımına onun
sayesinde Dinç ve hazır başlayabildim. Boşuna dememişler, her başarılı erkeğin
arkasında bir kadın mutlaka vardır, diye. Bu belgeselin Gizli kahramanı Kadiriye
Şanlı ' dır
2007 yılının Ramazan ayına girmiştik ve ben, hem memleketimden uzakta olmanın
hüznü hem de bu koca şehirde oradan oraya koşturmanın ıstırabıyla tutuyordum
orucumu.
Belgeselin de son işlemleri yapılıyordu. O sıralarda Beşiktaş'taki Trabzonlular
Derneği'ne sık sık uğruyordum. Ramazan ayı boyunca ne zaman iftar için
Beşiktaş'taki derneğe gitsem Âdem ağabeyi hep beni hayrete düşüren bir
çalışkanlık ile yemekler yaparken, saraylara yakışacak cinsten sofralar
hazırlarken buluyordum. Daha yeni tanıdığım ama hemen sevdiğim bu adam hem bana
hem de derneğe gelen herkese ( ama kim olursa olsun her insana) öyle mübarek bir
hizmette bulunuyordu ki hiçbirimiz söyleyecek söz bulamıyorduk. Âdem Kılıç 'ın o
güzel yemeklerini de onları bizlere sunarken yüzünde beliren masum ama gururlu
ifadeyi de asla unutmayacağım. Ellerine, yüreğine Sağlık, reis!
Ganita Belgeseli Üzerine
Başta da dediğimiz gibi “Yavuz Geliyor, Yavuz” salt bir sanat etkinliği değildi.
En azından, amacımız onu geniş bir alana ve genişletilmiş çerçevede sunmaktı. Bu
sayede, Trabzon’un kültür tarihinde yer alan her konu, öz, biçim ve olay
sanatçıların gözüyle yorumlanabilecek ve gerekirse manevî bir tedaviye
gidilecekti. En azından ben, şu konuda kesin hükme sahibim ki bireyin ya da
toplumun sorunu ne olur ise olsun en sağlam çözümler entelektüel temelde
üretilebilir. Bu açıdan bizler, elimizde dekor malzemeleriyle değil sanat
araçlarıyla yola çıktık. Ganita’ nın masalarını yenilemek veya orada yeni
müzikler çalınmasını sağlamak dekorcunun işidir. Bu geçici ve kandırıcı bir
çözümdür. Ganita nedir, ne anlama gelir?
Ganita, Trabzon’un kent kültürüne 120 yıl boyunca etki etmiş bir alandır. Burada
‘alan’ı altı çok çizgili bir kelime olarak seçiyorum. Kültürü içine toplayarak
adeta bir merkez vazifesi gören ve aynı anda içinde /merkezinde elediği,
dokuduğu, tazelediği kültürü tekrar şehre yayan bir kültürhanedir Ganita.
Öyleyse Ganita’nın ve dolayısıyla Trabzon’un kültür sorunlarına maddeci
anlayışlar değil estetik ve entelektüel bakış açılarıyla el atılmalıdır.
Ganita… bir kafe mi, bir okul mu?
Yaşı kaç olur ise olsun hala güne Ganita’da merhaba diyen ve başka türlü de
rahat edemeyen bazı insanlar. Oranın eskileri diyelim bu kişilere.
Söyleşilerimiz esnasında ilgimi çeken bir durum oldu; bu eski topraklar, o an
orada olmayan bazı başka Ganitalılardan bahsederken “ bak, bir de şu vardı… o da
buranın mezunudur” diyorlardı. Mekânın şu anki sahibi Adnan Özbilen de çok
kullanıyor bu kelimeyi. Anladım ki Ganita, bu insanlar için bir okul. Kaldı ki,
bu ifadede bir mecaz olmaktan öte anlamlar taşıyor. Bir çok kişi Bilir; arka
tarafa doğru küçük bir mağara vardır orada. O mağara, yıllar boyunca civarda
yaşayan fakir çocukların derslikleri olmuş. Rahmetli Mehmet Salih Özbilen,
evinde elektriği olmayan, çeşitli olanaklardan mahrum birçok çocuğun orada ders
çalışmasına izin verir hatta çaylarını, kahvaltılarını da kendi eliyle hazırlar
ve mağaraya götürürmüş. Çocukluğunda o mağarada ders çalışıp şimdi yurt dışında
akademisyen olan bir kişi bile var. Bir de, iş sadece o mağarada değil elbette.
Ben bile ilk gençlik yıllarımda siyasetin, sanatın ve benzeri konuların
tartışıldığı yer olarak Ganita’yı bilirdim. Hani İstanbul’un Bab-ı-âli’si var
ya; Trabzon’un kültür toplantıları da Ganita’da yapılırdı. Orada devrimci
olunur, orada şiir yazmaya başlanır, orada gülünür ve yine orada ağlanırdı. Çok
iyi hatırlıyorum; dertlenen oraya gelir ve muhakkak dertlenilecek bir dost
bulurdu. Yüz tane masa varsa en azından elli tanesinde tanıdık birini görürdünüz
ve hemen yanına çöküp başlardınız ağlamaya. Bakın; bu çok önemli ve güzel bir
olgudur. Bütünlüğe, dayanışmaya, kardeşliğe işarettir. Ganita birleştirici,
bütünleştirici ve dostlukları pekiştirici bir köy meydanı gibiydi o yıllarda. Bu
yönüyle de oraya kafe değil ama okul demeyi daha uygun görüyorum. Modern çağda,
ilk olarak bu etki kayboldu. Devlet dairelerinden tutun da bu tür mekânlara
kadar aynı nesnel ortamda buluşan insanların bu buluşmayı manevî plana
taşıyamadıklarını görüyoruz şimdilerde. Giderek daha da bencil oluyor insanoğlu.
Neredeyse, yan masada oturan adamdan ateş istemeyi bile sakıncalı görüyorsunuz.
Kafe, çay bahçesi vs. mekânlar sadece yemek ya da içmek için veyahut da sıkıcı,
bunaltıcı bekleyişler için kullanılagelir oldu. Oysa Ganita başka ihtiyaçları
karşılıyordu daha düne kadar. Nedir bu ihtiyaçlar? Bugünün insanında eksik olan
neler ise onlar; sevgi, dostluk, sohbet aşkı, paylaşma erdemi…
Mekân-Öz açısından Ganita…
Ganita çay bahçesini özel kılan bir başka durum da yapısı. Ganita, Trabzon’un
minyatürleştirilmiş halidir. Nasıl Trabzon, deniz kıyısından dağlara yükselen
bir kent ise Ganita da denizin üzerine doğru yükselir. Masaların her birini bir
ev ve oturanları da müşteri değil de şehir insanı olarak düşünürsek çok çarpıcı
bir benzerlik görürüz. Bu somut yapılar ne kadar benzerse içinde taşıdığı manevî
yapılar da o kadar aynı. Dahası, Trabzon genelinde nasıl bir kültürel değişimden
(ki bence bu değişim pek de asil değil) söz edebilirsek Ganita’da da aynı
değişimi görürüz. Trabzon’un kültürel yapısını keşfetmek isteyen Ganita’yı
keşfederek bunu büyük ölçüde başarabilir. Çünkü Ganita da denizin üzerinde bir
kaledir. Ganita da Trabzon’un kendisi gibi denizden dağa tırmanan bir yapıdır.
Bu mekân üzerine şu da söylenmelidir ki bizler, ruhî edimlerimizi denizden alan
insanlarız. Dalgaları inceleyelim. Sonra insanlarımızı inceleyelim; aynılık
görürüz. Denize ne kadar yakınsak o kadar Trabzonluyuz. Ne kadar Trabzonluysak o
kadar Coşkun, sevgi dolu ve asiliz. Son yıllarda denizden koptuk, koparıldık.
Belki de Ganita Trabzonlu kalabildiğimiz tek yer şu an.
Çekimler sırasında…
Çekimler sırasında birçok yeni keşif yaptık. Meselâ Adnan Bey, çok eski
fotoğraflarını gösterdi Ganita’nın ve Ganitalıların. Bakar bakmaz, deilcesine
bir Özlem duygusunu uyanıyor içinizde. Bilirdik, tahmin ederdik ama bu kadar da
değil; ne kadar önemli bir güzellik kaybolmuş… Tutarsız modernleşme, ne kadar
çok güzelliği almış, çalmış bizden. Bunun yanı sıra, entelektüel olarak da bu
masalar ne büyük bir değer erezyonu yaşamış. Kimler gelip geçmemiş ki bu
masalardan. Meselâ “şairler sultanı” Necip Fazıl Kısakürek… Ben bunu 6 Mart
etkinliği sırasında, eski bir gazete gipüründen öğrenmiş ve halka duyurmuştum.
Ganita’nın kurucusu Ali Özbilen zamanında, Necip Fazıl’ın banka müfettişi olarak
Trabzon’a tayini çıkıyor. O sıralar Necip Fazıl, içkiyi bırakmış. Çay içiyor
sürekli. Buraya gelip o kadar çok çay içiyor ki para yetiştiremiyor. Sonra görev
süresi doluyor ve aniden şehirden ayrılıyor. 800 kuruş mu ne?.. Çay borcu
kalıyor Ali amcaya… Düşünsenize, Necip Fazıl ve daha başka birçok düşünür hem
sohbet ediyor hem de sanatı, edebiyatı, siyaseti tartışıyorlar bu masalarda. Ne
büyük bir değer!.. Sonra Trabzon’un ilk sanat dergisi yine bu masalarda
oluşuyor. 90’lı yılların ortalarına dek ben de nasiplendim bu havadan. Sonra ne
oldu?.. Komik ama “çağdaş bir kent” olduk…
Yarınlara dair…
Çekim için İstanbul’dan gelen arkadaşım, burayı görünce hayran kaldı. Sonra
Adnan ağabey ile de epey sohbet etti ve dinledikleri onu daha da
heyecanlandırdı. Baktım, arkadaşım Önder Taşyürek ve Adnan ağabey koyu bir
sohbete dalmışlar. Önder, anlatıyor- “şuraya bir perde çekilir. Şuraya makine
koyulur…haftada bir gün” felan.. Büyük bir duvar var orada. Önder, bu duvarın ve
önündeki geniş alanın film gösterimi için uygun olduğunu düşünmüş. Ben de
katıldım sohbete. Karar verdik, belgeseli bitirir bitirmez gerekli araçları
temin edeceğiz ve filmi ilk olarak Ganita’da, açık havada ve halka açık şekilde
göstereceğiz. Bir de bu kadar zengin bir alt yapısı olan Ganita’yı daha çok
anlatmak, daha uzun süre yaşatmak için ilerleyen zamanda Ganita Günleri
düzenlemeyi düşündük. Gerek şehir içinde, gerekse dışarıda sayısız yazarımız,
ressamımız var. Trabzon değil de hangi şehir böyle bir birikime sahip? O halde
Trabzon’da değil de hangi şehirde yapılacak bunlar? Elbette, ilk önce şu sunî
zihniyetleri yıkmak gerek. Trabzon insanı; sahil yoluyla, denizin içine
yapılaması düşünülen maç sahasıyla vs. kafa yormayı hak etmiyor. Hepimiz inşaat
ile yatıp asfalt ile kalkar olduk. 3000 yıllık bir kültür tarihimizi beton
yığınlarına mı gömelim? Sanılmasın ki sırf estetik kaygılarla, sanatçı gözüyle
söylüyoruz bunları; Ganita yoksa Trabzon yok… deniz yok aşk yok… aşk yoksa ahlâk
yok… Bunun sanatçılardan çok siyasetçiye zararı dokunur, dokunacaktır.
Filmin bitirilmesi…
Bir yıl içinde önce 6 Mart karma sergisi(Hüseyin kazaz Kültür Merkezi), sonra
Zigana TV’de bir ay Süren canlı yayın ve şimdi de belgesel… Hepsi kendi
isteğimizle, kendi kaygımızla yapıldı. Sadece ve sadece güzellik diye bir
çıkarımız var bu işlerde. Şehrimiz, ülkemiz, dünyamız adına güzellik… Öyle ki,
malî yetersizlik yüzünden bir türlü montaj aşamasına geçemiyoruz. Ve ne acıdır
ki, bütün Çağlar boyunca tarih sanat ve düşünce adamları tarafından inşa
edilmiştir. Oysa bizler şu anda “inşaatçı gelişme” mantığı yüzünden tarihimizi
yaşatamıyoruz. Birkaç ay evvel yerel bir kanalda da söylemiştim- bizim iş
adamımız, bürokratımız, siyasetçimiz her dem Trabzon’un tarihî zenginlikleriyle,
coğrafî güzelliğiyle övünür ama bu hep sözde kalır. O halde artık ağızlarını
açmasınlar… “bizim iğrenç bir şehrimiz var onu bu hale biz getirdik.Ağaçları
kestik.. Sanatımızı, sanatçımızı rencide ettik… işte böyle bir şehir inşa ettik”
desinler! Gereken parayı bulur da filimi tamamlayabilirsek en çok da Ganita’ya
ve Trabzon’un taşına toprağına olan borcumuzu ödemiş olmanın iç huzurunu
yaşayacağımıza inanıyorum. Aslına bakarsanız, bundan daha büyük bir kazanç da
düşünemiyorum.
Zafer Kalfa
2 AĞUSTOS 2006,ÇARŞAMBA
Kuzey EKSPRES GAZETESİ
Konuşmama, Ganita belgeselinin ortaya çıkmasında pay sahibi olan Trabzon
Liselerinden Yetişenler Derneği’ne ve bu kurumun saygın yöneticilerine
şükranlarımı sunarak başlamak istiyorum. Onlara bu teşekkürü sadece kendi adıma
değil, bütün Trabzon adına yapıyorum. Zira onlar, bu belgesele malî kaynak
sağlayarak sadece Zafer Kalfa’nın sanatını değil aynı zamanda Karadeniz’in
kültürel devinimini de desteklemiş oldular.
Saygıdeğer misafirler;
Bir buçuk yıl boyunca farklı şehir ve mekânlarda bu belgesel için gece gündüz
çalıştım. Bu eseri tamamlayabilmek uğruna verdiğim mücadele de ayrı bir belgesel
konusu… Ne kadar başarılı oldum, onu da bilemiyorum ama Trabzon’un elzem bir
ihtiyacını karşıladığıma inanıyorum. Bu eser sayesinde kaybolmakta olan
güzelliklerimize yeniden hayat verebilir ve bu güzellikleri ileriki nesillere de
ulaştırabilirsem kendimi işte o zaman başarılı bulacağım.
Resimler yaptım… Makaleler yazdım… Televizyon ekranlarından şehrimin güzel
insanlarına seslendim… Şimdi de bu belgesel ile karşınızdayım. Bu genç yaşta,
bunca gücü nereden aldığımı çok soruyorlar… Sayın konuklar, inanın bana, benim
de, Karadenizli birçok sanatçının da en büyük gücü, ruhlarımıza kutsal bir coşku
üfleyen Kuzey rüzgârlarıdır. Bu rüzgâr esmeye devam ettikçe, göreceksiniz, bizim
söyleyecek daha çok sözümüz olacak!
Sadece belgesel çalışmalarım sırasında değil bütün sanat hayatım boyunca beni
hep destekleyen ve bana hep inanan iki insan var ki onları anmadan geçersem
büyük haksızlık yapmış olurum. Burada, hepinizin huzurunda anneme ve babama
teşekkür etmek istiyorum. Böyle bir aileye sahip olmak benim en büyük şansımdır…
Ve şimdi, bir süreliğine kalemi, fırçayı bırakıyor, tüfeği elime alıyorum.
Allah’ın izniyle, yakında, askerî birliğime teslim olacak ve bugüne dek
sanatımla sürdürdüğüm bu soylu mücadeleye silahımla devam edeceğim. Askerlikte
de en büyük gücü benliğimin bir parçası haline gelen Karadeniz rüzgârlarından
alacağım. Çünkü iyi biliyorum; sanatta ve savaşta… evet, sanatta ve savaşta
Trabzonlu olmak ayrıcalıktır.
Yeniden görüşmek dileğiyle hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.