Düşükler Yassıada’da




Yapım Tarihi - 1960
Süre - 00:23:00
Format - Belgesel, Siyah Beyaz, Türkçe

Yönetmen - Nusret Eraslan




Düşükler Yassıada’da, 1960 yılında Adnan Menderes, Celal Bayar, Hasan Polatkan ve Fatih Rüştü Zorlu dahil olmak üzere Yassıada’da tutuklu bulunan Demokrat Partililer’in günlük hayatlarının ve mahkeme süreçlerinin görüntülendiği bir filmdir. Nusret Eraslan’ın yönettiği belgesel, Ordu Foto Film Merkezi tarafından çekilmiş bir propaganda filmidir.

Ordu Foto Film Merkezi tarafından hazırlanan “Düşükler Yassıada’da” filmi basına gösterildi. 7 Ekim 1960







Bir film, bir siyasetçi, bir intihar...

"İntihar dünyada varolmanın bir başka yoludur"
Jean Paul Sartre

Demokrat Parti dönemini konu alan "Demirkırat" belgeselini hazırlarken bir gün meçhul bir arşivci, bir çuval dolusu filmle çıkageldi. "Sizlere bunları izletmek istiyorum" dedi. Bir sinema salonu kiraladık. Daha ilk bobin dönmeye başlar başlamaz gözlerimize inanamadık. "Devlet sırrı" diye resmi arşivlerde saklanan "Düşükler Yassıada'da" filmi perdedeydi.

Cumhurbaşkanından başbakanına, genelkurmay başkanından, meclis başkanına kadar, bir dönemin tüm aktörleri, adadaki tutuklulukları sırasında görüntülenmişlerdi.

Film, Bayar'ı, Menderes'i, Koraltan'ı, Zorlu'yu, Polatkan'ı, adaya getirilirken, ifade verirken, yemek yerken, gösteriyor, bu arada filme eşlik eden alaycı bir ses, aşağılayıcı bir tonla yorum yapıyordu. Mesela Menderes, yemekhanede, başucundaki kameranın verdiği sıkıntıyı ele veren ürkek gözlerle yemek yer gibi yapmaya çalışırken filmdeki "ses" şöyle diyordu-

"Adnan Menderes... Poz vermeden edemez..."

Aynı sahne Cumhurbaşkanı Celal Bayar için ise şöyle yorumlanıyordu-

"Sofrasında kilosu 1000 liraya satılan siyah havyar bulunmamakla beraber Bayar, iştahından bir şey kaybetmiş gibi görünmemektedir."

* * *

Yaşı 50'yi aşamalar "Düşükler Yassıada'da" isimli bu filmin sinemalarda gösterildiğini anımsarlar.

Daha küçük yaştakiler ise filmi ilk kez bizim belgeselde izlediler. Ancak orada sadece bu "ibret belgesi"ni yayınlamakla kalmadık, filmin hangi koşullarda çekildiğini ve nasıl hazırlandığını da anlattık.

İşte o noktada beni asıl çarpan şey, Bayar'ın tepkisi olmuştu.

DP'liler, bu uzak adada kendilerini nasıl bir akıbet beklediğini düşünürken 14 Eylül 1960 geceyarısı aniden uyandırılmışlar ve hemen hazırlanmaya zorlanmışlardı. Çoğu "Vakit geldi" deyip arkadaşlarıyla helalleştiler. Oysa "film çekimine" götürüyorlardı. Ellerine kelepçe vuruldu, iskeleye ışık kuruldu ve Yassıada'ya getiriliş sahnesi "yeniden canlandırıldı". Ertesi gün "çekimler" yemekhanede, yatakhanede, berberde, kantinde devam etti. Filmin amacı, DP'lilerin içerde kötü durumda oldukları dedikodularına belgeyle cevap vermekti. Ancak filmde kullanılan dil, o kadar saldırgandı ki, izleyenler içerdekilerin "ne durumda" olduklarını o dilden anladılar.

* * *

İşte Bayar'ın tepkisi o günlerde geldi. Devrik Cumhurbaşkanı, "çekimler bittikten sonra" 25 Eylül Pazar sabahı hücresinde şu notu yazdı-

"Aileme..! Bayar isminden utanmayınız. Onunla iftihar edeceğiniz günler yakındır."

Bu satırı yazdıktan sonra gardiyanına banyoya gitmek istediğini söyledi. Çantasına çamaşırlarını koydu. Banyoya girince pantolonundan kemerini çıkardı. Boynuna doladı ve olanca gücüyle sıkmaya başladı. Kapıdaki nöbetçi hırıltıları duyup içeri girdiğinde Bayar'ı yüzü mosmor, kıvranırken buldu. Kulağından kan sızıyordu. 77 yaşındaki eski Cumhurbaşkanı hemen tedaviye alındı. Ayıldığında şunu söyledi-

"Bize Yeşilçam oyuncuları gibi film çevirttiler. Revayı hak mıydı bu...?"

* * *

Hikmet Uluğbay'ın intiharına "Hayata müthiş bağlı bir insandı" diyerek şaşanlar var ya...

Onlara hatırlatmak isterim ki, intihar, ille de yaşamdan kopmuşların tepkisi değildir. Hayata en sıkı bağlarla tutunanlar da, sırf sıkı tutundukları için ve o bağları korumak adına, ipi kendi elleriyle kesebilirler bir gün...

...ya hayatın bu hale gelmesinden kendilerini sorumlu hissettiklerinden, ya hayatın böylesine rezilleştirilmesine daha fazla ortak olmak istemediklerinden, ya da kendi kanlarının, hayatın önündeki tıkacı açabileceği umuduyla...

Geride, istikbal için Umut ışığı yakan tek satırlık bir not ya da topluma "onur"u hatırlatan bir jest bırakıp, boyunlarına geçirilmiş kemendi bizzat sıkarlar.

İşte o zaman bir tükeniş değil, direniştir intihar...
Varolmanın öteki yoludur.
Ve tarih, bunun örnekleriyle doludur.

Kaynak
Can Dündar
candundar.com




Onuru kırılınca intiharı seçti
Bayarlar’ın evindeki kederli günler sürerken Nilüfer Hanım’ın 25 Eylül’de gördüğü bir rüya herkesi endişelendirmişti. Rüyada dişi çekiliyordu ve dişin sökülmesi pek hayra alamet görülmüyordu. Tam bu sırada babalarının Yassıada’da intihara teşebbüs ettiğini öğrendiler.

Kulaklarından kan geldi
Celal Bayar “Düşükler Yassıada’da” filminin çekimi için bir gece yatağından kaldırılmış ve rıhtımda bir mizansen yapılarak yürütülmüştü. Bu sırada çevrede bulunan subayların gülüşmelerini ve kendine yapılanları haysiyet kırıcı bulan Bayar, banyoya gitmiş ve belindeki kemerle kendini asmıştı. Çıkardığı hırıltı sesine koşanlar, kulaklarından kan gelmiş olarak ve ölmek üzereyken buldu Bayar’ı.

Kaynak
Zaman, 27.05.2002
(Bayar’ın kızı 27 Mayıs’ı Atatürk’e şikâyet etmiş) isimli makalenin içinden




Düşükler Yassıada'da filmini büyük rağbet gördü. Ben bu filmi seyreder seyretmez hemen koştum Cemal Gürsele. Bu dedim halka gösterilemez. Niye yahu? dedi. Dedim, Ben bile şartlandım. Bütün acıma duygularım ayağa kalktı. Olmaz böyle şey. Acıdım yani. İfadesi alınırken ayaklarını böyle ezmesini, büzmesini alttan gösteriyor filan. Ben acımaya başladım. Yani siz kamuoyu aleyhimize mi dönsün istiyorsunuz? Bu küçük düşürme anlamını taşıyor. Tam tersi tesir yapacak dedim.

Kaynak
Demirkırat, sf. 232
MBK üyesi Suphi Kahraman