Yapım Tarihi - 2001
Süre - 00:30:00
Bölüm Sayısı - 4
Format - Belgesel, Renkli, Betacam
1. Bölüm TRT 2 07.04.2004 “ Saat 23 05 ve 05 10 10 Nisan Cumartesi 15 15
2. Bölüm TRT 2 14.04.2004 “ Saat 23 05 ve 05 10 17 Nisan Cumartesi 15 15
3. Bölüm TRT 2 21.04.2004 “ Saat 23 05 ve 05 10 24 Nisan Cumartesi 15 15
4. Bölüm TRT 2 28.04.2004 “ Saat 23 05 ve 05 10 01 Mayıs Cumartesi 15 15
Yönetmen
Zafer Karatay
Yapım
Zafer Karatay, Neşe Sarısoy Karatay
Genel Danışman ve Kaynak Metin Yazarı
Doç. Dr. Hakan Kırımlı
Kameramanlar
Bekir Yıldızcı
Ahmet Akbal
Halil İbrahim Özcan
Müzik
Kırım Müzik ve Oyun Ansambli
Dilaver Bekir
Server Kakura
Grafik Animasyonlar
Ümit Yüksel
Kurgu
Tufan Bilgen
Özlem Birecik
Gülhan Çolak
Cahide Oğultürk
Murat Işık
Turgay Belen
Deniz Salmanlı
Jenerik
Tufan Bilgen
Jimmy Jeep Kamera
Mustafa Özkurt
Seslendiren
Emin Baykırkık
Sinan Yastıman .... 2. ses
Canlandırma
Abdurrahman Baturşah
Ebubekir Subaşı
Dilaver Bekir
İsmail Mamadaliyev
Sponsor
TİKA
30'ar dakikadan 4 bölüm halinde hazırlanan belgesel TRT 2'de 7-14-21-28 Nisan
2004 tarihlerinde Çarşamba günü saat 23:05'de, tekrarları ise 10-17-24 Nisan, 1
Mayıs 2004 Cumartesi günlerinde saat 15:15'de ekranlara gelecek.
TRT İstanbul Televizyonu tarafından hazırlanan belgeselde, büyük Türk düşünürü,
gazeteci, eğitimci, yayıncı, fikir ve mücadele adamı olan İsmail Bey
Gaspıralı'nın hayatı ve faaliyetleri anlatılıyor.
Belgeselin ilk bölümünde 19. yy başlarında Rusya'daki siyasi duruma yer
veriliyor ve Çarlık rejiminin Rusya Müslümanları üzerindeki baskısına
değiniliyor.
Böyle bir siyası havada Kırım'da dünyaya gelen İsmail Bey Gaspıralı'nın
yetiştiği şartlar, aldığı eğitim ve etkilendiği olaylar konu ediliyor.
2002 Mayıs ayında Kırım ve Kazan'da, Gaspıralı'nın evi, matbaası mücadelesinin
yeşerdiği topraklarda çekimler yapıldı. Türkiye'de ise Gaspıralı'nın akrabaları,
yakınları ve Kırım'dan göç eden kişilerle röportajlar yapılarak Gaspıralı'nın
şahsiyeti, yaptığı faaliyetler ve o dönemle ilgili Kırım'a ait anıları
kaydedildi. Arşiv görüntüleri ve dönem fotoğraflarıyla renklendirilen belgeselde
canlandırma sahneleriyle görsel bir zenginlik kazandırıldı. Bu belgeselle 19.yy
sonu Kırım'da yeşeren ve "Dilde Fikirde İşte Birlik" şiarı ile bütün Türk
Dünyasını kaplayan bir fikir mücadelesine tanıklık ediliyor.
"Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelen işle başla...."
İsmail Bey Gaspıralı
1. BÖLÜM
XIX. yüzyılda âdetâ dünyayı paylaşan Avrupalı Büyük Devletlerin biri de Rusya
İmparatorluğuydu. Deniz aşırı bir yayılmadan çok karadan ilerleyen Rusya,
milyonlarca insanın yaşadığı muazzam arazileri hakimiyeti altına almıştı. XIX.
yüzyılın sonunda, Rusya, dünyanın en geniş toprakları olan imparatorluğuydu.
Bu dev imparatorluk, pek çok tarihî devletin ortadan kaldırılması ve buna
direnen halklara boyun eğdirilmesi sonucunda büyümüştü. İşgal edilen bir çok
Türk ve Müslüman ülkesi de imparatorluğun içinde kalmıştı. Rusya daha 1552'de,
kendisini yüzyıllarca hakimiyeti altında bulundurmuş Altın Orda'nın
vârislerinden Kazan Hanlığı'nı yıkıp topraklarını ele geçirerek bir imparatorluk
olma yönünde ilk adımı atmıştı. Rusya'nın Türk/Müslüman toprakları üzerindeki
ilerleyişi bir kaç yıl içinde bütün İdil yani Volga boyunu ele geçirmesiyle
devam etmiş, XVI. yüzyılın ilk yarısı dolmadan dev Sibirya arazisini de işgal
etmişti. XVIII. yüz yıl içinde Kazak bozkırlarını da topraklarına kattı.
Güneye doğru büyümesini yıllarca engelleyen Kırım Hanlığı'nı ise 1783'de ortadan
kaldırdı ve Kırım’ı ilhak etti. Artık Rusya, Karadeniz'e hakim olmak yönünde en
önemli mevzie sahip olmuştu. Yüz yıla yaklaşan son derece kanlı savaşlardan
sonra Kafkasya da Rusya’nın eline geçti. XIX. yüzyılın sonuna varılmadan
Türkistan'ın batısı bilfiil Rus egemenliği içine girmiş, İmparatorluk Hindistan
kapılarına dayanmıştı.
Bu yayılmacılık ekonomik sahadaki gelişim sayesinde, onun gereği ve
tamamlayıcısı olarak gerçekleşmişti. Tarıma dayalı yapısıyla, Rus sanayi 18.
yüzyıl başlarından itibaren istikrarlı bir yükseliş içine girmiş ve 19. yüzyılın
ikinci yarısında büyük ivme kazanmıştı.
Rusya, askerî güç, sanayi,bilim ve genel devlet yapısıyla gerçek bir Büyük
Avrupa Devleti niteliğindeydi. Buna karşılık 19. yüzyılın ikinci yarısında bu
dev bünye, sayısız müzmin problemlere sahipti. Köylülerin toprak meselesinin
çözümsüzlüğünden, sanayileşme dönemi sancılarından, sosyal adaletsizlikten ve
hantal bürokrasiden kaynaklanan çok şiddetli sosyal ve ekonomik
memnuniyetsizlikler yaşıyordu. İdare sistemini ne pahasına olursa olsun muhafaza
etme inancı, mutlakıyetçi Rus Ortodoks görüşü dışında hiç bir eğilime hayat
hakkı tanımayan çok katı bir istibdat sistemine yol açmıştı. Bu dahi, Rusya'nın
XIX. yüzyıl ortalarından itibaren sayısız ihtilâlci ve inkılâpçı hareketin
beşiği olmasını önleyememişti.
Rusya'nın milyonlarla ifade edilen Türk/Müslüman halkları ise bütün bu
gelişmelerin kıyısında kalmışlardı. İmparatorluktaki ekonomik ve sosyal
adaletsizlikten paylarını fazlasıyla almışlardı.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Ayrıca etnik ve dinî kimliklerinden dolayı da bazen fevkalade ağır olabilen
baskıları göğüslemek durumunda kalıyorlardı. Bu insanlar sadece fiilen değil
aynı zamanda resmen de Rusya İmparatorluğu'nun ikinci sınıf tabası
durumundaydılar.
Rusya Türkleri sadece istiklâllerini kaybetmekle kalmamış, sosyal ve ekonomik
yönden de Ruslarla ve diğer Avrupalılarla arasında çok büyük uçurum olmuştu.
Cehalet, ezilmişlik ve geri kalmışlık, dev bir imparatorluğun içinde silik
paryalar gibi kalmış olan Rusya Türklerinin kaderi gibi gözüküyordu.
Kırım bu tablonun karakteristik bir örneğini teşkil ediyordu. Karadeniz'in
kuzeyindeki bir tabiat cenneti olan bu yarımadanın Türk ve Müslüman yerli halkı
olan Kırım Tatarları her bakımdan tam bir çöküş içindeydi. Bir zamanlar Doğu
Avrupa'nın en güçlü devletlerinden biri ve Osmanlı Devleti'nin müttefiki olan
Kırım Hanlığı'nın mirasçılarıydı. Ne var ki, Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmesinden
sonraki bir asırlık süre içinde Kırım Tatarları öz vatanlarında silinme
noktasına geldiler. Dayanılmaz ekonomik, sosyal ve siyâsî baskılar onları on
binlerce kişilik dalgalar halinde kendilerine en yakın hissettikleri Osmanlı
Türkiye'sine Anadolu ve Rumeli'ye perişan halde göç etmeye mecbur etmekteydi.
1500 yıllık Türk ülkesi, bir zamanların önde gelen İslâm merkezlerinden biri
olan Kırım, büyük bir hızla öz evlâtlarından ayrılıyor, onlardan boşalan yerleri
yabancılar dolduruyordu.
Prof.Dr. Kemal KARPAT
(Wisconsin Üniversitesi)
Bu durum karşısında hayatlarını kurtarmak ve bekasını idame ettirebilmek için
Kırım'dan büyük göç başladı. Fakat bu göçlerin neticesinde Kırım Müslüman halkı
orayı terk etti ve sayıları gittikçe azalarak bir zaman bütün Kırım'a hakim olan
bu kitle bir azınlık durumuna düştü ve göçler devam ediyordu. Bütün Ruslarda bu
göçleri destekliyordu.Çünkü Kırım'dan Kırım halkı gittikçe orada eski
sahiplerinin ismini, adını ve haklarını duyuracak kimse kalmayacaktı, maksat
buydu. Gitsin diyordu.
Kırım'da kalanlar da ümitsizlik içinde âdetâ muhaceret sıralarını bekliyorlardı.
Onları bir halk olarak ayakta tutacak bütün müesseseleri ya çoktan yok olmuştu
yahut da her geçen gün daha da çürümekteydi.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Bir zamanların bilim yuvası olan, nâmı İslâm dünyasına yayılmış Kırım'ın
medreselerinde ve mekteplerinde okuyan çocuklar değil ilmi öğrenmek, ana
dillerinde doğru dürüst okuma yazma bile öğrenemiyorlardı. Ne kendi
tarihlerinden, ne de başkalarının geçmişlerinden ve takdirlerinden haberdar
değillerdi.
Koca bir toplum âdetâ bir topraksız köylüler ordusuna dönmüştü. Kırım Tatar
şivesinde tek bir kitap dahi yayınlanmıyor, Türkçe bir gazete çıkarmak
tasavvurlara bile sığmıyordu. Toplumun dertlerini dile getirecek onları bir gaye
etrafında toplayacak dernekler yahut başka teşkilatlar işitilmemişti bile.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Bir zamanların şanlı halkının, artık hayatın hiç bir safhasında liderliği yoktu.
Çarlık rejiminin güvenini kazanarak onun lütuflarına mazhar olan küçük bir grup
Kırım Tatar asilzâdeleri ise halkın liderleri durumunda değillerdi.
Kırım ve Rusya imparatorluğu içinde yaşayan Türkler işte böyle bir manzara
içindeyken, Mustafa Mirza Gasprinskiy ile karısı Fadime Hanım, Bahçesaray'a
bağlı olan ve Sovyet döneminde ortadan kaldırılan Kırım Tatar köyü Avcıköy'de 20
Mart 1851 yılında oğulları İsmail'in doğum sevincini yaşadılar.
Devrinin her Kırım Tatar çocuğu gibi İsmail de ilk önce mahallî Müslüman
mektebinde okudu. İyi bir eğitim alması için babası onu Kırım’ın idarî merkezi
olan Akmescit’deki Rus Erkek Gimnazyumu’na yani Lisesi’ne gönderdi. Böylece Rus
dünyasıyla tanışan ve Rusça'sını da ilerleten genç İsmail’in subay olmasını
isteyen babası Mustafa Mirza, oğlunu Voronej şehrindeki Harbokulu’na yolladı.
Daha sonra, Moskova’daki Milyutin Askerî Lisesi’ne geçti.
Büyük bir kültürel merkez olan Moskova, İsmail’in, hayata ve dünyaya bakışını
değiştirdi. O günlerin Rusya'sında okuyan genç nesiller arasında nihilist ve
sosyalist fikirler hızla yaygınlaşıyordu. Halbuki, Moskova her zaman Rus
muhafazakâr düşüncesinin merkezi kabul edilirdi. Rus fikir ve siyaset hayatında
büyük yeri olan Slavofil ve Pan-Slavist düşüncelerin beşiği de bu tarihî
şehirdi.
O yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopma mücadelesi veren Sırplar ve diğer
Slav halklara yönelik büyük bir sempati uyanmış ve onlara destek için Rus halkı
arasında büyük kampanyalar düzenlenmekteydi. Çevresiyle çok ilgili bir genç olan
İsmail de döneminin sürekli gündemde olan bu fikir hareketlerini ve altın çağını
yaşayan Rus edebiyatını ilgiyle takip etmekteydi.
Moskova yılları genç İsmail’in edebî ve fikrî gelişmesine büyük katkıda
bulunmasının yanı sıra, bir çok hususu da sorgulama imkânı vermişti. Moskova’nın
popüler atmosferi “Kâfir Türklere karşı Slav ve Ortodoks kardeşlerin
desteklenmesi” sloganlarıyla örülmüştü . Bir Rus subay namzedi olsa da bütün bu
sloganlar İsmail'e göre değildi.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Madem ki Ortodoks Slavlar yahut Ruslar, Müslüman Türklere karşı kendi soydaş ve
dindaşlarının yanında olma gereğini hissediyorlardı, o halde genç İsmail'de
Ortodoks isyancılara karşı kendi soydaşlarının yahut dindaşlarının yanında saf
tutmalıydı diye düşündü. Kısaca söyleyecek olursak, Pan-Slavist rüzgarların
estiği Moskova genç İsmail'de tam tersi yönde etki yapmıştı.
İsmail Harbokulu’nda okuyup da onunla benzer duyguları paylaşan Müslüman
arkadaşı Litvanya Tatarlarından Mustafa Mirza Davidoviç ile bir plan yaptı.
Gizlice Osmanlı İmparatorluğu’na kaçacak ve Osmanlı ordusuna gönüllü yazılarak
Girit’deki Rum isyancılara karşı savaşacaklardı. Karadeniz kıyısındaki Odesa’dan
Türkiye’ye geçmeye teşebbüs ettilerse de yakalandılar ve evlerine gönderildiler.
1868 yılında 17 yaşında Bahçesaray’daki meşhur Zincirli Medrese’de Rusça
muallimi olarak çalışmaya başladı. Bir taraftan da kendini yoğun bir şekilde Rus
fikir, felsefe ve edebiyat eserlerini okumaya verdi. Devrine göre modern bir
tahsil görmüş olan İsmail Gasprinskiy’nin yahut soyadının Türkçe haliyle
Gaspıralı’nın, tarihî ünü çok büyük olsa da artık taassubun kalesi olmuş olan
Zincirli Medrese’de çalışması uzun sürmedi.
İçindeki dünyayı tanıma arzusuyla 1872’de Kırım’dan ayrıldı. İstanbul, Viyana,
Münih ve Stuttgart üzerinden uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Paris’e
gitti. Paris, bir kültür ve sanat merkezi olmanın yanı sıra, Rusya’nın istibdat
havasından kaçan muhalif fikirli yahut bohem Rusların da sığındığı bir yerdi.
Rusça'dan Fransızca'ya mütercimlik yaparak geçindi ve bir süre de meşhur Rus
yazarı İvan Turgenyev’in asistanı olarak çalıştı.
Gaspıralı’nın içindeki Osmanlı subayı olma özlemi sönmemişti. 1874’de Paris’ten
İstanbul’a gelerek Osmanlı ordusuna girmek için teşebbüste bulundu. Bir yıl
kadar uğraşmasına rağmen bu isteği gerçekleşmeyince vatanı Kırım’a döndü.
Gaspıralı artık kendi köyünün ötesinden haberi olmayan vatandaşlarından çok
farklı bir dünya görüşüne sahip olmuştu. Onun hem Batı, hem Doğu dünyasını, hem
Hıristiyan, hem Müslüman kültürünü, hem Türk, hem Rus hayat tarzını tanıması
halkının problemlerini çok daha geniş bir açıdan değerlendirebilmesine imkân
veriyordu.
İsmail Bey Gaspıralı genç yaşında edindiği büyük tecrübelerini milletinin
hizmetinde kullanmak ateşiyle yanıyordu. Sömürgeleşmiş, geri kalmış, yok olmanın
eşiğine gelmiş halkına anlatacağı çok şey olduğuna inanıyordu. Ama bu iş hiç de
onun umduğu kadar kolay değildi. O kadar ki, vatanına dönüşte üzerindeki Avrupaî
kıyafetlerden ötürü kendisini "gâvurlaşmış" olarak gören Müslüman arabacılardan
bir çoğu onu arabalarına bile bindirmek istemeyecekti. Müslüman halkı uyandırma
niyetinin baskıcı Çarlık çevrelerinde meydana getireceği rahatsızlığı ise
yakında tanıyacaktı.
Bir zamanlar Kırım Hanlığı’nın pâyitahtı olmuş Bahçesaray’ın yeni kurulan
belediyesinde görev almaya ve içindeki hizmet aşkını fiile dökmeye soyundu.
1878’de önce Başkan Yardımcılığı’na, ertesi yıl da Belediye Başkanlığı’na
seçildi. Bu görevleri Gaspıralı’ya idârî tecrübe kazandırsa da, onu tatmin
etmedi.
Gaspıralı, halkının dertlerinin esasında Rusya İmparatorluğundaki bütün Türk
yahut Müslüman halklarla, hattâ Avrupa tarafından sömürgeleştirilmiş bütün Doğu
halklarıyla ortak olduğunu görebiliyordu. Batılı büyük devletler Doğu halkları
karşısında teknik, ekonomik ve askerî güçlerini ortaya koyarak ezici bir
üstünlük sağlamışlardı.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
İsmail Bey Gaspıralı her şeyin temelinde, toplumun kendini tanımasının,
tanımlamasının ve geleceğe yönelik nesillerini hazırlamasının aslî aracı olan
maarifi görüyordu. Halbuki tarihte çok İleri seviyelerdeki bilim ve öğretim
kurumlarının sahipleri Türk halkları yahut daha geniş bir zeminde Müslüman
toplumlarının elinde, özellikle de sömürgeleşme şartlarında, âdetâ bütünüyle
fonksiyonlarını kaybetmiş ve
çağın hiç bir ihtiyacına cevap vermeyen eğitim müessesleri kalıntıları kalmıştı.
Bir zamanların iftihar edilen mektep ve medreseleri anadilinde okuma-yazma
öğretebilmek, Müslümanlığın sosyal gereklerini bile gösterebilmekten âciz bir
haldeydiler.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Diğer taraftan, her hangi bir konuda harekete geçebilmenin ön şartı olarak
insanların bizzat kendi toplumlarından, yakınlarından ve dış dünyadan haberdar
olmaları, kendileri için dünyanın daha İleri toplumları seviyesinde şartlar
talep edebilmeleri için de öncelikle birbirleri arasındaki modern iletişimi
gerçekleştirmeleri şarttı.
Ne var ki, değil Kırım Tatarları , bütün Rusya Türkleri arasında bile herkese
hitap eden Türkçe bir gazete yoktu. Bütün bu problemleri yakından gözleyen
Gaspıralı, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak,
onların sesini duyurmak için yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi. İlk teşebbüs
olarak, Akmescit'de Rusça çıkan Tavrida gazetesinde "Rus İslâm'ı" başlıklı bir
dizi yazı yazdı. Rusya ile onun Müslüman tabası arasındaki ilişkilere değinerek,
bu kadar çok sayıda Müslüman'ı içinde bulunduran Rusya'nın bir Ortodoks
Hıristiyan devleti olduğu kadar bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru
olacağını savundu. Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi
tanımalı ve Ruslar, çağdaş bir eğitim sisteminden ve bilimden mahrum bulunan
Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı.
Gaspıralı ilk eserini özellikle Rus hükümetine ve çevrelerine hitaben yazmıştı.
Resmî devlet ideolojisi dışındaki her türlü fikir ve harekete büyük bir şüphe
ile bakan Çarlık Rusyasının muhtemel tedirginliğini ve Müslüman tabası
arasındaki reform teşebbüslerine en baştan karşı çıkmasını önlemeyi amaçlamıştı.
O, Kırım'dakiler de dahil bütün Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa
geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak
Rusya hükümeti karşıya alınmadığı takdirde gerçekleşebileceğini düşünüyordu.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Zamansız ve maceracı hareketlerin felâketle sonuçlanabileceği fikrindeydi.
Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman, öncelikle cehalet ve ekonomik çöküşten
kurtulmalı, tecrit olunmuş cemaatlerden, birleşmiş, modern bir millet haline
dönüşmeliydiler. Hepsi Müslüman oldukları için İslâm'ın özünde mevcut olan temel
dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu
itibarıyla (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini
konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde
bütünleşmeleri gerekliydi.
Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel
meydana getirebilirlerdi. Bütün bunların ön şartı ise, geri kalmışlık ve cehalet
zincirlerini kırmalarını sağlayacak ve birbirlerine yakınlaşıp bütünleşmelerini
mümkün kılacak tarzda çağın ihtiyaçlarına uygun bir eğitim sisteminin
uygulanmasıydı. Bu sistem Türkçe eğitim vermeli ve Gaspıralı'nın tasavvurundaki
millî bütünleşmenin altyapısını hazırlayacak ortak Türk edebî dilinin
teşekkülüne aracı olmalıydı.
Gaspıralı'nın fikirlerinden sadece dil birliği önemli ölçüde hayata geçirildi.
Yani Gaspıralı'nın çıkardığı gazete Türk dünyasının her yerinde okundu ve
Türkçe'nin tek bir dil olduğu Türk münevverlerince ister istemez kabul gördü ve
tabi bu aynı zamanda Türk münevverleri arasında bir de fikir birliği yarattı.
Zaten onunda istediği şey dil birliği ve fikir birliğiydi. Gaspıralı bu ikisini
birden tek başına, kendi başına ve insanüstü bir gayretle, görülmemiş bir
fedakarlıkla gerçekleştirdi. Onun için Türk tarihi içinde Gaspıralı'yı abidevi
bir şahsiyet olarak daima anmak gerekir.
Prof.Dr. Yavuz AKPINAR
(Ege Üniversitesi)
Aynı zamanda bir eylem adamı Gaspıralı. Fikirlerini hayata geçirmek için elinden
gelen çabayı gösteren bir eylem adamı ve işin dikkati çeken bir tarafı da en
kötü durumlarda dahi umutsuz değil. Rusya Müslümanlarının en büyük probleminin
eğitim eksikliği olduğunu görüyor, en büyük problemin cehalet olduğunu görüyor.
Cehaleti ortadan kaldırmak içinde yeni ders kitapları yazması gerekiyordu.
Oluşacak millî bir Türk basını da bu toplumların birbirlerinden haberdar
olmalarında ve kaynaşmalarında hayatî bir rol oynayacaktı. Ancak, bütün bu
safhalarda Rus hükümetinin gazabını celb edecek tavırlardan uzak durmalı, Batı
bilimini Ruslar vasıtasıyla alabilmek için gayret sarf edilmeli ve umum Rusya
gelişmelerinden uzak kalınmamalıydı.
Prof.Dr. Kemal KARPAT
(Wisconsin Üniversitesi)
Gaspıralı bugün birinci derecede önemli olan bir konuyu ele alıyor. İki ayrı
kültür nasıl bir arada yaşar, nasıl birbiriyle bağdaşır ve nasıl bir bir
Müslüman ve Türk hem Türk ve Müslüman kalır ve aynı zamanda modernleşir, medeni
olur temasını işliyor.Yani böylece, bu bakımdan da bugün sosyologların,
tarihçilerin, siyaset bilimcilerin uğraştığı bir konuyu yani medeniyetler
uzlaşımı veyahut da çatışması nasıl isterseniz, ele almak isterseniz, konusunu
ele alarak fiilen Molla Abbas'ın Fransa'da nasıl bu iki kültürü birleştirerek
yaşayabildiğini anlatmaktadır. Modernleşme tarihi bakımından Gaspıralı
daimiliğini, tazelerini daima muhafaza edecek bir konuyu işlemiş oluyor.
Gaspıralı bütün hayatı boyunca üstün bir taktik kabiliyeti ile tanınmakla
birlikte, onun bu yöndeki tutumunu samimiyetten uzak, şartların gereği mecburî
bir taktik olarak anlamak doğru olmayacaktır.
Onun son derece inanmış bir milliyetçi olmakla birlikte, Ruslar dahil hiç bir
halk yahut millete körü körüne husumet peşinde koşmadığı, aksine bütün halkların
genel olarak yakınlaşması özellikle de tarih ve coğrafyada büyük ortaklıkları
olan Slav ve Türk halklarının birbirlerine yakınlaşması gereğine yürekten
inandığı bilinmektedir.
Dr. Yuriy GANKEVİÇ
( Kırım Pedagoji ve mühendislik Fakültesi)
İsmail Gaspıralının Slav ve Türk, Hıristiyan ve Müslüman halkların kaynaşmasında
gerçekten de büyük ve önemli bir katkısı oldu
Gaspıralı yalnız Rus ve Rusya Türkleri kültürleri arasında değil, aynı zamanda
Rusya Türkleri ve dünyanın umum Türk ve Müslüman kardeşleri arasında bir köprü
olmuştur.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Zâten Gaspıralı tarzı bir milliyetçiliğin onun dönemindeki, hattâ günümüze kadar
devam eden bencil ve içine kapanık milliyetçiliklerden temel farklılıklarından
biri de budur.Ona göre, bir milleti kaynaştırmanın harcı olarak şu yahut bu
halka düşmanlığın kullanılması sağlıklı bir millî oluşum meydana getiremezdi.
2. BÖLÜM (1930)
"Millete hizmet etmek istiyorsan elinden gelen işle başla"
İsmail Bey Gaspıralı fikirlerini ortaya koyabileceği Türkçe bir yayın organına
ihtiyaç duymaktaydı. Resmî müracaatlarının sonuçsuz kalması üzerine, Tiflis'de
Tonguç, Şafak, gibi değişik adlarla bir kaç sayfadan ibaret dizi yayınlar
bastırdı. Bu “bir seferlik” gazeteler arka arkaya yayınlandıkları için fiilen
süreli yayın olmakla birlikte, resmî izin gerektirmediğinden teoride münferit
yayınlar şeklinde basılmıştı.
Çarlık rejiminden Türkçe süreli bir yayın izni alabilmek için uzun ve bıktırıcı
teşebbüslerini sürdürdü. Diğer yandan Saint Petersburg, Moskova ve İdil-Ural
bölgesine seyahatlar yaparak destek ve Arap harfleri ile baskı yapabilecek
matbaa malzemelerini arıyordu.
Gaspıralı, en sonunda uzun süredir beklediği izni almayı başardı. Ancak, gazete
iki dilde,Tatarca ve Rusça yayınlanabilecekti. Gazetesinin ilk sayısını,
Bahçesaray'da kurduğu matbaasında 22 Nisan 1883’de bastı. Tercüman Kırım'da
neşredilen ilk Tatar gazetesiydi ve Rusya İmparatorluğu'ndaki Müslümanlar
arasında yayınlanmış ve yayınlanacak gazeteler arasında da en uzun ömürlüsü ve
hiç şüphesiz en tesirlisi olacaktı. Başlangıçta Tercüman'ın tirajı yalnızca 300
olup, haftada bir kere yayımlanmaktaydı. Ekim 1903'den itibaren haftada iki gün
çıkmaya başlayan Tercüman, 1912'den sonra günlük oldu. Ancak, Tercüman'ın gerçek
önemi ve etkisi tirajının çok ötesindeydi. Bir kere, Tercüman Kırım'da
yayınlanan ilk Türkçe gazete olduğu gibi, bütün Rusya Müslümanları arasında Türk
dilindeki ancak üçüncü gazeteydi. (Taşkent'de yayınlanan resmî Türkistan
Vilâyeti'niñ Gazeti hariç tutulursa) diğerlerinin kısa sürede kapanmalarıyla
uzun süre Tercüman Rusya İmparatorluğu dahilindeki tek Türk ve Müslüman gazetesi
olarak kalacaktı.
Tercüman 34 yıllık yayın hayatında inanılmaz bir okunma yaygınlığına ve prestije
ulaştı. XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Kazan’dan İstanbul’a, Kahire’ye ve
Tahran’a, Rusçuk’dan Kaşgar’a kadar muazzam bir arazideki Türk dilli halkların
aydınları Tercüman’ı okuyacaklardı.Kendi ifadesiyle, "Dersaadet'in hamal ve
kayıkçılarına, Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi
tanıtmıştır. Kazan'da, Sibirya'da olduğu gibi Tebriz'de ve Horasan'da da
Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur". Yayın hayatının son yirmi
yılında Türk dünyasının her hangi bir noktasında Tercüman’ı takip etmeyen ve
onun fikirlerinden habersiz bir Aydın düşünmekmümkün değildi.
Doç. Dr. İsmail Türkoğlu
(Marmara Üniversitesi)
İstanbul'da yoğun bir okuyucu kitlesi tarafından tercih ediliyor. Hatta eğer bu
sayıda bir mübalağa yoksa, bir dönem 15.000, 16.000 müşterisi olduğu,
İstanbul'da biliniyor. Bu 15.000, 16.000 sayısı İ.Gaspıralı'nın da hazır
bulunduğu bir toplantıda ifade ediliyor ve İ.Gaspıralı'da bu sayıya bir itirazda
bulunmuyor. O dönemde İstanbul'da eğitim görmekte olan Kazan Tatar aydınlarından
Fatih Kerimi İstanbul'da Tercüman'ın çok iyi takip edildiğini, hangi kahvehaneye
gitse masa başına toplanmış halkın tercüman okuduğunu, sokak başlarındaki gazete
satıcılarının Tercüman geldi diye bağırdığını yazmaktadır.
Tercüman’ın son derece kısıtlı teknik imkânlarla ulaştığı bu etkiye, günümüzün
imkanlarına rağmen Türkiye’den ve bir başka Türk ülkesinden hiç bir medya organı
bugüne kadar ulaşabilmiş değildir.
Gaspıralı gazetesini ve bütün diğer yayınlarını Türk dilinin konuşulduğu
dünyanın her yerindeki Türklere hitaben çıkarmıştır. Bundan maksadı, ortaya
atacağı reformları ve millî uyanış fikirlerini başta Rusya İmparatorluğundakiler
olmak üzere bir bütün olarak Türk dünyasına sunmaktı.
Rafael HAKİMOV
(Tataristan Cumhuriyeti Tarih Enstitüsü Müdürü)
Onun fikri Türk halklarını birleştirmek ve Tercüman Gazetesi'ni çıkarmaktı.O bu
yol için ortak Türk dilini takdim etmişti. O dönemde Tercüman bütün Türk
dünyasının tanıdığı, bütün aydınlarının okuduğu bir gazete idi.Ortak bir Türk
dilinde yayınlanıyordu.
Prof.Dr. Bekali KASIMOV
(Taşkent Üniversitesi)
Tercüman Gazetesini okumayan adam yok. Rusya Müslümanları kitabını okumayan adam
yok bu yerlerde. O'nun ders kitabı Hoca-yı Sübyan her okulda okutuluyordu. Tüm
öğretmenlerin elindeydi. Tercüman'ın bizzat kendisi de bir reformdu. Zira,
Tercüman’da kullandığı dil, onun Türk dünyasının ortak edebî dil olarak
benimsemesini istediği şiveydi.
Fatma KÜÇÜKKIZI
(Kırım)
Üç tanecik kaldık. Üç taneden kopayıp, gelip hep adımız Türk üre. Şu dedemizin
namında. Ahırbeti kartlıkta şu Türk namı bizi bir daha kıynadı.
Arzu Tiryaki
(Karaim-Kırım)
1924 senesinde mında oturaydım, bir yaka gitmedim. Erkeğim mında öldü. (Z.K- Siz
kımsınız, kayısı dinden sınız?) Ben Karaim'ım
Elvide Çetinkaya
(Ayancık-Türkiye)
Sona ne olacak. Millet gurbete gitti. Öküz-inek bırakmadılar, sattılar. Yalnız
insan ne yapabilir, ben şimdi ne yapabilirim, bir tek garı.
Gülnar SEYİTOVA
(Taşkent-Özbekistan)
İzmir, Ankara, Bursa, Muğla hamda İstanbul'da bulunduk. İstanbul'dai maşinalarda
bizi ... alıp, varıştı.
Cemile ŞABANOVA
(Karasubazar-Kırım)
Anamların evinde elime bir tonum süt satmaga vardım Yalta'ga. Sığırımız vardı.
Balama anam bakardı. Men süt alıp gittim Yalta'ga satmaga.
Esasta aynı farklı şive ve lehçelerde konuşan Türk halkları, en azından yazı
dilinde yani edebî dilde birleşmeliydiler ki Tercüman’da kullanılan ve en
gelişmiş Türk dili kabul edilen İstanbul şivesine dayanan lisan, bu edebî dilin
örneğini teşkil edecekti.
Doç. Dr. Zuhal Yüksel
(Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi)
Sadece kullandığı dil İstanbul Türkçe'siydi. 1905 yılından sonra İsmail
Gaspıralı'nın Tercüman Gazetesinde hem "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" şiarını
koyar hemde daha açık bir şekilde İstanbul Türkçesinin ortak bir Türk dili
olması gerektiğini açıklar.
Bununla birlikte, Gaspıralı, Osmanlı Türkçe'sinin gramerine daima büyük bir
kararlılıkla bağlı kalır ve sürekli olarak başka yazarları da buna teşvik
ederdi. İsmail Bey, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları ile yüklü olan
Osmanlı edebî dilinin aşırılıklarını sık sık eleştiriyor ve hicvediyordu. Onun
Türkçe'si konuşulan dil üzerine inşa edilmişti. Bu dile zaman zaman Kırım Tatar
sözleri katmasının bir sebebi bunun Gaspıralı'nın ana dili yani en iyi bildiği
şive olmasıydı. Kırım Tatar Türkçe'sinin katılması Gaspıralı'nın Türkçesinin
daha geniş kitleler tarafından anlaşılabilirliğini arttırmaktaydı. Zira Kırım
Tatar şiveleri, Türk dillerinin iki esas grubu olan Kıpçak ve Oğuz unsurlarını
bir arada barındırdıklarından Türk dünyasında özel bir yere sahipti. Bu yüzden,
gerek Kıpçak, gerekse Oğuz grubu Türkçelerini konuşan halklar için Kırım
Tatarcasını anlamak öbür farklı gruba mensup şiveleri anlamaktan çok daha
kolaydı.
Gaspıralı kendi halkı olan Kırım Tatarları da dahil bütün Rusya Türklerinin
dertlerinin çözümünde en önemli adımın her açıdan çok sınırlı olan güçlerin
birleştirilmesiyle, benzer problemlere çözümler aranmasının olduğunu
düşünüyordu.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Aslında bütün Türk, İslâm, hattâ Şark dünyası için geçerliliğine inandığı bu
düsturu, pragmatik ve ölçülü karakteriyle öncelikle Rusya İmparatorluğu
dahilinde işlerliğe kavuşturmak istiyordu. Onun için, tek bir ortak edebî dilin
tesisi bütün Türkler arasındaki her türlü ilerici değişikliğin başlangıç noktası
ve vazgeçilmez şartı idi.
Gaspıralı'nın millet tarifinin temeli dil birliği üzerine inşa edilmişti.
Zihnindeki Türk milletini 1905’deki bir makalesinde şöyle tanımlıyordu:
“Til, lisan itibarıyla Şarkî Sibirya'nın Yakutları, Sibirya Türkleri, Baraba,
Kazak, Kırgız, Karakalpak, Başkurt, Nogay, Kazanlı, Kırımlı, Kumuk, Uygur,
Özbek, Tarançı, Sart, Azerbaycan ve Osmanlı namları ile maruf taifeler, uruğlar
hep Türk tili ile söyleşirler, hep Türktürler”
Dil birliğinin zarurî olduğunu da şu sözlerle vurguluyordu:
“Elli milyonluk Türk kavminin vilayet vilayet şiveleri telaffuzda tefavütleri
var ise de hasıl lisanları birdir, binaenaleyh bu kavm-i necîbenin umumî lisan-ı
edebiyyeye hakkı olduğundan maadâ dünyada yaşamak istiyor ise her şeyden ziyade
ve her şeyden evvel ittihad-ı lisâna çalışmalıdır.” Gaspıralı'daki Türk milleti
kavramının ayrılmaz bir unsuru İslâm'dı. Bu şaşırtıcı değildir, Çünkü Rusya
İmparatorluğu'ndaki "Türk-Tatar halkların" tanımlanmasında ve ayırt edilmesinde
İslâm kesinlikle bütün diğer unsurlardan daha belirleyici bir role sahipti.
Gaspıralı'nın halkın İslami mensubiyet ve bağlılığını tamamen farklı başka bir
kavramla değiştirmeye kalkışması halinde en ufak bir başarı şansı olmadığı gibi,
zaten onun da hiç bir şekilde böyle bir niyeti yoktu.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
İsmail Bey Gaspıralı geleneksel dinî hüviyeti modern millî hüviyet ile
uzlaştırmak ve kaynaştırmak gayreti içinde olmuştur. İ.Gaspıralı'nın vurguladığı
İslâmiyet fıkıh sahasına veya şahsî ibadet meselelerine münhasır değildi. O,
bilhassa çağdaş ihtiyaçlara cevap vermek üzere İslâm'ın kültürel, sosyal ve
(elbette ki üstü kapalı olarak) siyasî dayanışma ve birliğine büyük ilgi
göstermekteydi.
Bu noktada, XIX. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ve genel olarak hepsi de
bir İslamî uyanış arayışında olan tanınmış bazı Müslüman aydınların
Gaspıralı'nınkine paralel çizgileri gözden kaçmaz. Osmanlı vatanseveri Namık
Kemal, İslâm dünyasının uyanışı mücadelesi veren Cemaleddin el-Afgânî ve
Muhammed Abduh, Arap fikir adamı Abdurrahman el-Kevakibî gibi pek çok aydınların
yer aldığı bu aydınlar Müslüman toplumlarının geri kalmışlıklarından
kurtarılmaları ve Batı sömürgeciliğine karşı mücadele edebilmeleri için çareler
aramaktaydılar. Bunlar ne fundamentalistler ne de gelenekçilerdi. Farklı
şekillerde olmakla birlikte hepsi de İslâmî açıdan izah ettikleri dayanışma,
birlik ve vatanseverlik kavramlarına başvurmak suretiyle ve sosyal reform
yoluyla Müslüman toplumlarını emperyalizme karşı birleştirmek emelindeydiler.
Genel olarak bütün bu aydınlar İslâm aleminin selâmeti için, seçerek almak
kaydıyla, Batı'nın teknolojisini, bilimini hattâ bazı siyasî müesseselerini
uyarlamak veya benimsemek fikrini savunmaktaydılar. Gaspıralı eğitim sahasındaki
geri kalmışlığın Türk-Müslüman topluluğunun karşı karşıya bulunduğu bütün diğer
meselelerin kökünü teşkil ettiğine inanmaktaydı. Bundan dolayı, ona göre,
toplumun modernleşme yoluna koyulabilmesi ancak bir maarif reformu ile mümkündü.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Gaspıralı'nın millî meseledeki tasavvur ve programları ancak tesirli dünyevî bir
maarif sistemi vasıtasıyla halka ulaşabilir ve onlar tarafından kabul
edilebilirdi. Gaspıralı'nın yeni bir eğitim sistemini, sıfırdan başlayarak inşa
etmesi gerekmekteydi.
Prof. Dr. Mirkasım OSMANOV
(Kazan Devlet Üniversitesi)
Kırım'da İsmail Gaspıralı Türk halkları için yeni talim terbiye, Usul-ü Cedid,
Usul-ü Savtiye gerektiğini anlamış ve fikir ile dünyaya müracaat etmiş. İlk önce
Dilde, Fikirde, İşte Birlik, ondan sonra Türk halkları için yeni eğitim sistemi
lazım ve o Usul-ü Cedid talimatını, fikrini söylemiş oldu. İlk önce halkta
Doğmuş olan ihtiyaç bu yeni fikirle kuvvetlenmiş ve 80.-90. Senelerde Tercüman
Gazetesi çıkmaya başladığı zaman bu fikir Türk halkları arasında çok hızlı bir
şekilde yayılmıştı.
Eğitim, öğretim reformunun ilk tecrübesini 1884'de Bahçesaray'ın Kaytaz Ağa
mahallesinde açtığı mekteple yaptı. Mâlî kaynağın bulunması, öğretmenin
yetiştirilmesi, programın hazırlanması, araç ve gereçlerin temini ve derste
okutulacak malzemenin basılması gibi konuları bizzat Gaspıralı üstlendi. Onun bu
teşebbüsünü Bahçesaray halkı başlangıçta şüphe ile karşıladı. Halka yeni mektebi
benimsetebilmek için burada "kırk günde Türkçe okuma-yazma öğretileceği"
iddiasında bulundu.Tam kırk gün sonrada eşrafın ve halkın hazır bulunduğu açık
bir sınavla talebelerin bunu başardığını gösterdi.
İleride daha da geliştireceği bu sistem gerçek bir inkılâptı. Onun Rusya
Müslümanları arasında ortaya attığı bu yeni eğitim sistemi, kendi kullandığı
tabirle "Usûl-ü Cedîd" olarak çok yaygın bir kullanıma erişmiş ve bir devre
damgasını vurmuştur. Bu tabirden yola çıkarak, 1917'ye kadarki dönemde Rusya
İmparatorluğu'nda bu sistemden yetişen millî-reformist kadrolar da genel olarak
"Cedidçiler" olarak adlandırılacaklardır.
Gaspıralı'ya göre, eğitim sistemi, ana dil Türkçe'nin öğretimine hizmet etmeli
ve dinî bilgilerin yanı sıra dünyevî bilgileri de mutlaka kapsamalıydı. Usûl-ü
Cedîd'de öğretim zamanları ve talebe sayıları kesin olarak sınırlanmıştı. İlk
dereceli mekteplerde öğretim süresi iki yılı geçmeyecek, bir muallim 30 veya
40'dan fazla talebeye aynı anda ders vermeyecekti. Haftada altı gün ve bir ders
gününde süresi 45'er dakikayı aşmayan en fazla beş ders okutulacaktı. Talebenin
yorulup bıkmaması için ders aralarına teneffüsler konulmuş ve değişik derslerin
birbirini takip etmesi öngörülmüştü. Bedenî cezalar da kaldırılmaktaydı. Eski
sistemin aksine, Usûl-ü Cedîd her hafta ve dönem sonlarında bütün derslerden
sınavlar yapma ve mezuniyeti bu sınavlarda başarılı olunması şartına
bağlamaktaydı. Dershanelerin havasının temizliğine ve ferahlığına özel bir önem
veriliyor, o zamana kadar sadece Rus okullarında görülen sıralar, karatahta,
kitaplık ve diğer öğretim araçları mekteplere sokuluyordu.
Müfredatta da büyük değişiklikler vardı. İlk basamakta Türkçe okuma-yazma, temel
aritmetik, hat, Kur'an okuma ve İslâm'ın esaslarını öğretmeye yönelik dersler
yer almakta, buna bir üst basamakta genel coğrafya ve tarih, İslâm ve memleket
tarihi hakkında giriş bilgileri ve tabiat bilgisi dersleri de ilâve edilmişti.
Büyük çoğunluğu ilk defa verilen bu dersler için ders kitabı da olmadığından,
Usûl-ü Cedîd mekteplerinde kullanılacak temel ders kitabını da 1884 yılında
Hocâ-i Sıbyân adıyla bizzat Gaspıralı kaleme alarak kendi matbaasında bastı.
Usûl-ü Cedîd'in kabul görmesi ve yerleşmesi büyük engellerle karşılaştı.
Öncelikle bunun halk tarafından benimsenmesi ve talep konusu olması gerekiyordu.
Doç. Dr.Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Halbuki daha ilk baştan eskiusûle bağlı olan mollalar ve mutaassıp çevreler
şiddetle buna karşı koydular ve Usûl-ü Cedîd'i halk arasında savunmak cesaret
isteyen bir iş haline geldi.
Bir hayli masraf gerektiren yeni mekteplerin açılabilmesi ya mahallî halkın
daimî maddî katkısına ya da Müslüman zenginlerin desteğine bağlıydı. Halbuki,
XIX. asrın sonlarında Kırım Tatarlarının ve Rusya Müslümanlarının ekonomik ve
sosyal yapıları göz önüne alındığında, bunun için iyimser olabilmek kolay
değildi.
Usûl-ü Cedîd'e göre hazırlanmış öğretmenler olmadığı gibi, böyle öğretmenleri
yetiştirecek bir muallim mektebi de söz konusu değildi. Bu probleme karşı
Gaspıralı'nın bulduğu çare, ilgilenen muallim adaylarını Bahçesaray'a çağırarak
onları ücretsiz olarak uygulamalı bir şekilde eğitmek ve onlardan memleketlerine
döndüklerinde en az üç kişiyi öğretmen olarak yetiştirmeleri sözünü almaktı.
Usûl-ü Cedîd'in yerleşebilmesi yolunda Gaspıralı 1880'ler boyunca büyük
güçlüklere katlanmak ve sabırla gayret göstermek zorunda kaldı. Bu arada, Rusya
İmparatorluğu dahilinde Müslümanların toplu olarak yaşadıkları yerlere sık sık
ziyaretlerde bulunarak Usûl-ü Cedîd'i tanıtmaya ve benimsetmeye çalıştı.
Doç. Dr. İsmail Türkoğlu
(Marmara Üniversitesi)
Gaspıralı Orta Asya'ya gidiyor ve Orta Asya'da ona yardımcı olan bir Tatar
zengini ve orada bir okul açıyor. Daha sonra bu okul "maşinalı mektep" Özbekler
öyle isim takıyorlar. Çünkü okulda çok kısa zamanda Gaspıralı'nın
görevlendirdiği bir öğretmen üç ay gibi kısa bir zamanda okuma,yazma öğretiyor
çocuklara ve Özbekler bundan hayrete düşüyorlar. Okulun ismini "Maşinalı Mektep"
koyuyorlar.
Pekçok Türk bölgesinde okunmaya başlanan Tercüman ise onun önemli propaganda
araçlarından birisiydi. İlk Usûl-ü Cedîd mektebinin açılışının üzerinden on yıl
geçmeden Gaspıralı'nın çeşitli Türk bölgelerinde kayda değer sayıda destekçileri
ortaya çıktı. Gaspıralı’nın ortaya attığı reformların en büyük destekçileri,
onları büyük ölçüde geliştirenler ve yayanlar hiç şüphesiz bütün Rusya Türkleri
arasında kültürel ve ekonomik yönden en büyük gelişmeyi göstermiş olan İdil-Ural
yahut Kazan Tatarlarıydı. Yetiştirdikleri sayısız Aydın ve dava adamıyla Kazan
Tatarları, Rusya Türkleri arasında Cedidçiliğin daha doğrusu uzantıları modern
Türkiye Devleti’ne kadar ulaşacak olan millî Türk uyanışının öncüleri oldular.
Önce Kazan Tatarları ve ardından da Azerbaycan Türkleri arasından çıkan Aydın
fikirli mollalar, muallimler, esnaf ve belki de en önemlisi Müslüman zenginler
Usûl-ü Cedid hareketinin baş destekçileri arasında yer almaktaydı. Özellikle
Hüseyinovlar, Apanaylar, Akçuralar ve diğerleri gibi İdilboyu Tatarlarından
zengin tüccarların ve Zeynelâbidin Tağızâde gibi Kafkasyalı Müslüman petrol
milyonerlerinin kazanılması Usûl-ü Cedîd mekteplerinin hızla yayılmasında büyük
rol oynadı.
Doç. Dr. İsmail Türkoğlu
(Marmara Üniversitesi)
İdil-Ural zenginleri Usul-ü Cedid hareketini desteklemeselerdi belkide bu eğitim
sistemi hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaktı. Bunların açtığı ve finanse ettiği
mekteplerle Usûl-ü Cedîd özellikle İdilboyu'nda, Kafkasya'da ve Kırım'da köylere
kadar yayıldı Çok daha muhafazakâr yapıdaki Türkistan'da Usûl-ü Cedîd'in
benimsenebilmesi için ise çeyrek asır geçmesi gerekti. 1895'de bütün Rusya
İmparatorluğu dahilindeki Usûl-ü Cedîd mekteplerinin sayısı yüzü geçerken, 1914
yılında bu sayı yaklaşık 5.000'i bulacaktı.
Gaspıralı Müslüman Türk kızlarının eğitiminde de öncülük yaptı. İlk Usûl-ü Cedîd
kız mektebini ablası Pembe Hanım Bolatukova'ya 1893'de Bahçesaray'da açtırttı.
Bu Örnek diğer bölgelerde de kısa süre içinde uygulandı. Gaspıralı’nın Usûl-ü
Cedid reformu Rusya Türkleri arasında kadın hareketinin de en önemli başlangıç
noktası olmuştur. İsmail Bey Gaspıralı, Eğitim ve basın-yayın alanında büyük
yeniliklerini hayata geçirirken sadece sayısız yetersizliklerle ve imkânsızlıkla
boğuşmak zorunda kalmıyordu. Fikir ve icraatlarından rahatsızlık Duyan
çevrelerin gayretlerinin tamamını boşa çıkarabilecek karşı çıkmalarını
hafifletmekle de uğraşmak zorundaydı.
Her türlü mutaassıp çevrelerin Usûl-ü Cedîd’in Müslümanları Ruslaştırmak için
bir araç olduğu yönündeki ve halk arasında tesirli olabilen propagandalarına
karşı, Gaspıralı fikir ve icraatının değil İslâm’a karşı olmak bizzat onun emri
ve faydasına olduğunu anlatmak zorundaydı.
Doç. Dr.Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Aynı zamanda da, gayri-Rusların ve şu cümleden Rusya Müslümanlarının arasındaki
her türlü uyanış hareketinin altında Rusya Devleti’ne yönelik kökü dışarıda
bölücü ve yıkıcı bir teşebbüs arayan, “Pan-İslâmizm” ve “Pan-Türkizm” fobileri
ile yaşayan Çarlık idarecilerinin de teskin edilmeleri zarûrîydi. Gaspıralı
reformlarının altında Gizli Rus düşmanlığının yatmadığını, tam tersine Türk
Müslüman halkların durumunun iyileşmesinin bizzat Rusya’nın da yararına
olacağını bıkıp usanmadan Rus hükümetine, Rus hükümet çevrelerine anlatmaya
çalışıyordu.
İsmail Beyin bir özelliği de faaliyetlerinin tamamını kanunî çerçeve içinde
gerçekleştirmeye büyük bir Özen göstermesidir. Son derece nazik ve baskıcı
siyâsî dönemlerde faaliyet göstermesine rağmen, 34 yıl boyunca Tercüman’ın bir
kere bile kapatılmaması, hattâ tek bir yazısının dahi sansürlenmemesi onun
muazzam titizliğini göstermektedir.
"Millete hizmet etmek istiyorsan elinden gelen işle başla"
Kaynak
Zafer Karatay
ismailgaspirali.org
Tercüman'ın 120. Yılında İsmail Bey Gaspıralı Belgeseli
Amacı - 150 doğum yılında andığımız,"Dilde Fikirde İşte Birlik" şiarı ile Türk
Dünyasında aydınlanma ve birlik yolunda çok büyük hizmetler yapmış olan Kırımlı
büyük fikir adamı, eğitimci ve gazeteci İsmail Gaspıralı'yı, hayatı fikirleri,
yenilikçiliği, Usul'u Cedid (yeni Usul) okulları, Kahire'den Paris'e,
İstanbul'dan Kaşgar'a Delhi'den Londra'ya okuyucusu olan 1883 yılında 1914 kadar
neşrettiği Tercüman Gazetesi ile bir çığır açan bu büyük insanı layıkıyla
tanıtmak
Hedef Kitle :Türkiye, Türk Cumhuriyeti ve Toplulukları
Konusu - 1851'de Kırım'da Doğan, Kırım'da Zincirli Medrese'de açtığı ilk Usul-u
cedid okulu ile Türk Dünyasında bir çığır açan ve okulları kısa zamanda
Kırım'dan Kazan'a, Bakü'den Taşkent'e bütün Türklerin yaşadığı coğrafyada sayısı
4000 bini bulan, eğitimci, düşünür ve gazeteci İsmail Gaspıralı'nın hayatı,
fikirleri, zamanından günümüze uzanan tesirleri...
TRT, Türk Dünyası'nın büyük fikir adamı, eğitimci ve gazetecisi İsmail Bey
Gaspıralı hakkında bir belgesel program hazırlıyor.
TİKA'nın da mali destek verdiği İsmail Bey Gaspıralı belgeseli 30'ar dakikalık
dört bölümden meydana gelecek. Türk Dünyası'na verdiği büyük hizmetlerine rağmen
Türkiye'de belli çevrelerin dışında fazla tanınmayan ve hak ettiği yeri
bulamayan bu büyük fikir ve eylem adamının belgeselinin hazırlanmasına onun 150.
doğum yılı olan 2001 yılında başlandı.
TRT İstanbul Televizyonunun başarılı yapımcı ve yönetmenleri Zafer Karatay ve
Neşe Sarısoy Karatay tarafından çekimleri sürdürülen belgeselin genel
danışmanlığını Bilkent Üniversitesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Hakan Kırımlı
yapıyor..
Belgesel için 2002 yılı Mayıs ayında Gaspıralı'nın yurdu Kırım'da, Haziran
ayında ise İdil-Ural bölgesinde çekimler yapıldı. Kırım'da Gaspıralı 'nın
yaşadığı Bahçesaray'da, Tercüman Gazetesi'ni çıkardığı ve şimdi müze olarak
kullanılan yerde, Hansarayında, Zincirli Medrese'de çekimler yapıldı. Dramatik
bazı sahneler canlandırıldı. Hansarayı Müzesi arşivinde bulunan İsmail Bey
Gaspıralı'ya ait çeşitli özel eşyalar, Tercüman Gazetesi'nin klişeleri,
matbaasında basılan çeşitli eserler ve kendi neşirleri ve arşiv malzemelerinin
çekimleri, İsmail Gaspıralı kütüphane ve arşivindeki malzemelerin çekimleri,
Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Mustafa A. Kırımoğlu ile ve çeşitli bilim
adamları ile röportajlar yapıldı. Kazan şehrindeki Tataristan Milli Kütüphanesi,
Tataristan Milli Arşivi'nde bulunan belgeler, Kazan şehrindeki dönemin önemli
merkezleri olan medreseler, okullar ve diğer önemli yerlerdeki çekimlerden
başka, Başkurdistan'ın Ufa şehrinde, Rusya Müslümanları Birinci Kongresi'nin bir
gemide toplandığı Nijninovgorod şehrinde, Tataristan'ın çeşitli bölgelerinde
belgesel için çekimler gerçekleştirildi.
Yirmiden fazla bilim adamının röportajları ile destek verdiği belgesel 2003
yılında yayınlanacak. Belgeselin yönetmeni Zafer Karatay; " İsmail Bey Gas-pıralı
belgeselini yapmak benim için olmazsa olmaz bir amaçtı. Çünkü o benim hayatımda
ilham aldığım, feyz aldığım, ruh aldığım en önemli şahsiyetlerden birisidir.
Belgesel çalışmalarına derinlemesine başlayınca daha iyi anladım ki hakkında bu
kadar çalışma ve araştırma yapılmış ve yapılmaya devam eden bu tarihi
şahsiyetimizi biz yeterince tanımamışız, tanıtamamışız. Belgesel bu bakımdan
büyük bir boşluğu dolduracak" diyor. Elbette bu bakımdan belgesel bir ilk. Zaten
TRT gibi bir devlet kurumuna da düşen görev bu. Ne yazık ki Türkiye'de İsmail
Gaspıralı ile ilgili hazırlanan tek belgesel film, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Başkanı Prof.Dr. Turan Yazgan, sınırlı imkanlar ve fedakarlıklarla,
Azerbaycanlı yönetmen Zahor Muharrem'e hazırlattığı 25/30 dakikalık bir
belgeseldi.. Bir de yine Zafer Karatay'ın TRT için 1993/94 yıllarında
hazırladığı 6 bölümlük Kırım Belgeseli içerisinde yer alan Gaspıralı ile ilgili
kısımları sayabiliriz. Ne diyelim, darısı diğer Türk Dünyasının önemli
şahsiyetlerine. İnşallah, Yusuf Akçura, Mehmed Emin Resulzade, Zeki Velidi Togan,
Ayaz İshaki, Numan Çelebi Cihan, İsa Yusuf Alptekin gibi abide şahsiyetlerimizin
de belgesellerini de bir gün TRT ekranlarında görürüz.
Kaynak
http://www.ismailgaspirali.org
http://www.vatankirim.net