Yıl 1975-80 arası. İstanbul Kocamustafapaşa’da neredeyse her akşam film izlemek
için sinemalara gidilirdi. Semtimizde; Sayanora, Çoruh, Can, İstanbul, Yuvam,
Arı, Özkan, Özlem sinemaları vardı ve oynattıkları yerli yabancı filmler hatta
hafta sonları çocuk filmleri ile en rağbet gören mekânlardı. Ayrıca kimisinin
yazlık bölümleri de vardı.
Bizler birey olabilmenin arayış ortamlarından biri olarak görürdük salonda film
izlemeyi, hatta tartışmayı. Gişesinden bilet almak, kadife perdeli fuayesinde
beklemek, koltuklarında keyif sürmek, film biletini saklamak başlı başına bir
ayrıcalıktı. O zamanlar en çok makinist dairesini merak ederdik. Aklımız hiç
almazdı o küçücük pencereden çıkan ışık kümesini, nasıl olurda perdede büyüyüp
canlanırdı o insanlar karşımızda, tüm bunlar büyülerdi bizi. O ışığı kim tutardı
salondan perdeye doğru, hep merak ederdik.
Sinemalar zamanla birer birer yok oldular gençliğimiz gibi, kapanıverdiler,
yenik düştüler değişimin hızına. Televizyon dediler anlamadık ilk önce ne
olduğunu, hatıra olsun diye koltuklar aldık kapanan sinemalardan, ama nafile,
eski tadı yoktu hiçbir şeyin.
Mevsimler gibi geçip gitti anı yıllar ve ardından bir gün Ankara Uluslararası
Film Festivali’nin açılış törenini sunarken buldum kendimi, Metropol sinemasının
salonunda. Rahmetli, Mahmut Tali Öngören’i konuşmasını yapmak üzere sahneye
davet edişim geldi gözümün önüne.
Tören bitti, film gösterimi sona erdi ve salondan inerken gözüm takılıverdi
çocukluk anılarımdan kalma makine dairesine. Sinemanın olmazsa olmaz, görünmeyen
emekçilerinden ve adsız kahramanlarından biri olan gerçek makinisti aradı
gözlerim ve beliriverdi kapıda Ramazan Usta. Vefakâr tavrıyla kapısını kapadı ve
fuayeye doğru yürüdü.
Öğrendim ki, Ramazan Çetin gerek Ankara’da gerek Anadolu’da pek çok sinemanın
teknik altyapısının kurulmasında emeği geçmiş, yıllanmış projeksiyon
makinelerini bilgi ve becerisiyle çalışır halde tutmayı başarmış, bunları
yaparken hiç yitirmediği güler yüzlü beyefendiliği ile gerçek bir makinist.
Yanaşıverdim ve sohbete başladık birdenbire.
“İsparta’da doğdum. Daha kundaktayken Ankara’ya gelmişiz. İlk okuldayken film
gösterimleri olurdu. Orda ilgimi çekmeye başladı sinema. Sonra Ulus postanesinin
oradaki Elektrik Teknikerliği Akşam Sanat Okulu’na gittim. 17 yaşında mezun olur
olmaz sinema makineleri satan bir firmada çalışmaya başladım. Makinenin
görüntüsü beni çok etkilemişti, o yüzden filmlerden ziyade makine daireleri ve
makineler daha çok ilgimi çekiyordu. Birkaç sene çalıştıktan sonra askere
gittim. Askerden döndükten sonra serbest çalışmaya başladım. Sinema makineleri,
parçaları bakım ve onarımlarının yapıldığı bir dükkân açtım. 12 yıl bu dükkânı
işlettim. Bunların dışında sinemalara gidip makineleri kuruyordum”
Ramazan abi ben çocukluğumun sinemalarında hep sizin odanızı hep makinistleri
merak ederdim.
Tabii birinin merak edip de, ‘makine dairesinde ne oluyormuş’ deyip yanıma
gelmesini çok isterdim. Bizim mesleğimizin adı makinist değil de, aslında sinema
makinesi operatörü olmalı. Ama kimsenin bunu meslek olarak seçmesini istemem.
Çünkü tamamen paraya döndü bu iş. Sinemacılar da parayı çok seviyor. Tabii onlar
da haklı yatırım yapıyorlar, ama ben istemezdim. Anadolu’nun hemen her
köşesindeki sinemaların makine kurulumunu ben gerçekleştirdim. Mesela
Erzurum-Dadaş, Adana -Sular, Antakya’da Antakya sineması, Ankara’da Arı.
Hepsine gidip makine kurdum. Çok ilginçtir “makine dairesi sinemalar” bile
gördüm. Yani sinemayı yaparken makine dairesini unutmuşlar. Ben de balkonu
böldürüyordum. Makineyi kurarken bu işe meraklı, hevesli olan birilerine
öğretiyordum aynı zamanda, orada eleman yetiştiriyordum.
» Film projeksiyonlarında yeni teknolojiyi takip ediyor musunuz?
Burada baş makinistlik yapıyorum, makinistlik yapmıyorum. Makinelerin tamiri,
onarımı rutin bakımlarını yapıyorum. Daha çok makinist yetiştiriyorum. Öğretmeyi
de çok seviyorum. Onların gözü önünde tamir ediyorum ki, öğrensinler. Hatalı ise
ikaz ediyorum, ikaz ediyorum. Bu kadar ilgili olduğum için de beni çok severler.
Bunun dışında da sahne projektörü kiralıyordum. Zeki Müren, Emel Sayın’ın
konserlerinde ışıklandırmaları ben yapıyordum. Renkli camlar veriyorlardı bana.
Şu şarkı da şunu yapacaksın, bu şarkıda şu rengi koyacaksın diyorlardı. Mikrofon
tamir ederdim sonra gazinolarda.
Bizim asıl ilk makinelerimiz kömürlüydü. O zamanlar ehliyetli makinistler vardı.
Sonra lambalı makinelere geçiş yapıldı. Hatta Türkiye’de lambalı makineye geçişi
de Arı Sineması’nda ilk ben yaptım. Sonra dijital makineler gelince teknikerlik
okuduğum için çok zorlanmadım. Bir tek ses sistemlerinde çok fazla bilgiye sahip
olmadığım için o konuda biraz eksiğim var. Ben göremeyeceğim ama bir gün sinema
uydudan takip edilecek. Ve bu da emin olun olacak. Çünkü şimdiye kadar hayal
ettiklerimin hepsi gerçekleşti. Gerçekleşmeye de devam ediyor. Ama film şeridi
hiç ölmüyor. Piyasada genelde İtalyan makineleri tercih ediliyor. Ben de en çok
onu beğeniyorum.
Bu mesleği sahiplenen var mı?
Ankara Makinistler Derneği vardı. 1950'lerde kurulmuştu. 60'lara kadar devam
etti. Ehliyetli makinist arayanlar sürekli derneğe geliyorlardı. Çünkü kömürle
çalışan makinelerin başında makinistlerin beklemesi gerekiyordu. Sonra lambalı
makinelere geçilince, otomatik sisteme geçildi ve ehliyetli makinistlere gerek
kalmadı. Bu yüzden de dernek kapandı. Ama derneğin başkanı ben olsaydım tatlı
dilimle insanları ikna edip kapatılmasına engel olurdum. Ehliyetli makinistlerin
değerini vurgulardım. Ayrıca her şehrin bir baş makinisti olmalı bence.
Öneriniz var mı bu mesleği yapacaklara?
Çok dikkatli olmalarını öneriyorum. Bir kere makinelerin başından
ayrılmamalarını tavsiye ediyorum. Neden derseniz, cereyan kesilebilir, film ko-pabilir
ve bu mal sahipleri tarafından kabul edilemez. E tabii işine bağlı olması benim
için yeterli. Bu mesleği seviyorsanız kurallara uymalısınız, uymazsanız siz
kaybedersiniz. Ne yazık ki artık pek öğrenme hevesi yok gençlerde. Maaşı bir an
önce alsam diye düşünüyorlar. Makinelerde otomatik olduğu için biraz tembeller.
Önümüzdeki günlerde Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı, Ankara Uluslararası
Film Festivali çerçevesinde, her yıl verilmekte olan Aziz Nesin Emek Ödülü’nü
alacaksınız. Bu ödülü alacağınız size söylendiğinde neler hissettiniz?
Çok duygulandım, çok şaşırdım, çalışma arkadaşlarım da çok şaşırdı ve tebrik
ettiler aynı zamanda. Bazı çalışma arkadaşlarım geç kalmış bir ödül olduğunu
söyledilerse de, ben geç olmadığını düşünüyorum. Demek ki insanlar tecrübeli
insanları daha çok tercih ediyorlar. Şimdiden çok teşekkür ediyorum bana bu
ödülü layık görenlere..
Son olarak bir anınız varsa paylaşır mısınız?
35 sene evvel İstanbul Beyoğlu’da bir sinemada Amerikan filmi izlemeye
gitmiştim. Ertesi günde Lüleburgaz’a gitmem gerekiyordu. Film bir başladı, ses
yok! Makinistler geliyor gidiyor yapamıyorlar bir türlü. Ben çıktım makine
dairesine. Dedim ben Ramazan Çetin. Adımı duyunca, 000 Ramazan usta, sen misin?!
Hoş geldin deyip hemen tanıdılar. Makineyi tamir ettim. Problemi hallettim. Çok
memnun kaldılar. Sonra sinemanın sahipleri çiçek pasajına davet ettiler beni.
İşim bitince oraya geçtim.
Bir de, Fahri Korutürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Köşk’te makine kurulumu
yaptım, film gösterdim. Fahri Korutürk, “borcumuz nedir” diye sorunca, ben
Köşk’te, masraf yapmadığım için para almayacağımı, bu işi de zaten gönülden
severek yaptığımı söyleyince bir dolu hediye verdiler bana. O zaman karaborsa
satılan, kahve, bir karton sigara, iki üç çift ayakkabı, kravat hediye
etmişlerdi.
Kaynak
Toplum ve Siyaset, Birgün
15 Aralık Cumartesi, 2007
Adnan TÖREL Dr.
gundelik.net