Cennet Sineması'nın Babacan Makinisti

Sessiz Gemi'ye bu defa da Philippe Noiret bindi ve gitti. Bu yazıyı "sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol" dizesini yalancı çıkarmak istiyorum. İçimin bütün cümleleriyle Cennet Sineması'nın o tatlı, o babacan makinistine el sallıyorum.

Kim Philippe Noiret? Ruhumun beyazperdesine düşen bir çok iz, bir çok hatıra...

Guiseppe Tornatore'nin 1989 yılında çekip perdeye bıraktığı Cennet Sineması biliyorum ki bir çok insanın gönlünde yer etti. Çünkü dünyaya meraklı gözlerle bakan her çocuğun, sinema perdesinde kendine kaçacak bir yer bulduğu zamanlardan sekerek geldik bugüne biz. Philippe Noiret, bugün şeritler dolusu bir film olarak gönül gözümüzden akıp geçen çocukluğumuzun ortasına kurmuştu sinemasını. Cennet Sineması'nın hayatla ağarmış bilgesi, tonton makinisti Alfredo'ydu o.

Kim hayalleri boyundan büyük bir Toto değildi ki bir zamanlar!.. Kim damarlarında ırmaklar akan aşık bir Salvatore değildi ki!.. Kim kapıların, duvarların, şehirlerin arkasında ne olduğunu ölesiye merak etmezdi ki!.. Ben Toto gibi bir çocuktum. Ben yorganını yastığını alıp bahçesinde gazoz şişelerinin tıngırdatıldığı sinema bahçesine postu sermeyi düşünen aklı havada bir çocuktum. Yere inmeden, indirilmeden önce... Yer çekiminden önce... Hayatın tozlu topraklı bir saflığa, tazeliğe, paklığa sahip olduğu bir zamanda. Çocukken... Ben küçükken, dünya çok büyükken...

Kalbimde acıyıp duran o yerin, kim bilir hangi şehrin, kimbilir hangi Sicilya kasabasının ya da neresi olduğunun asla bir ehemmiyet teşkil etmeyeceği o hayal perdesinin bekçisiydi, hayat diye izlediğim bütün o filmlerin, insana dair son sıcaklıkların, dar sokakların, balkonlardan çocuklarına bağıran kadınların, iplerde uçuşan sakız beyazı çamaşırların, başka pek çok şeyin makinistiydi Alfredo. Yani büyük usta, derin oyuncu, o yumuşacık sima: Philippe Noiret!

Onun baş aktörü olduğu Cennet Sineması'nda daha kaç film izledim, onun yüzündeki insan haritasını kaç şerit boyunca takip ettim, bilmem imkansız. Ama hafızamın baş köşesine aldıklarım var tabii. Postacı'nın sürgün şairi Pablo Neruda'yı nasıl unuturum. Philippe Noiret, o filmde kalbini hasret saran o kadar gerçek bir Pablo Neruda olmuştu ki, arkasında asıl suretini gördüğüm hiçbir Neruda kitabı inandırıcı gelmedi bir daha bana.

Bir çok rolde, bir çok insanı, bir çok karakteri üstüne giyinerek filmler boyunca karşımıza çıkıp duran bir adam oldu hep. Ama bir teki bile Hollywood damgalı değildi. Israrla çağırdılar, ısrarla çekmek istediler, adına "endüstri" yaftası ekledikleri dev sinema tezgahına ama gitmedi. Cennet Sineması'nın iş yapmayacağı tek yerin Hollywood olduğunu biliyordu. Ağır ağır, usul usul, hayatı hepimiz adına sindirerek çevirdi samimiyetle projektörünü.

Ölüm haberinden bir gün önceki gazetelerde Cennet Sineması'nın 171 dakikalık yönetmen kurgusunun sıfırdan gösterime sokulacağına dair bir haber vardı. Ne güzel, izleriz muhtemel ki bir gün. Işıkları söndürecek cesaretin olduğu yerde hikaye biter mi?

Hayat bitse bile, hikaye asla bitmez!


Kaynak
Yeni Şafak, 28 Kasım 2006
Gökhan ÖZCAN