Ömer KAVUR'un Gizemli Dünyası


Ömer Kavur'u Yılmaz Güney sonrası Türk sinemasının en önde gelen isimleri arasında saymak yanlış olmaz. İlk filmini oldukça genç yaşta, 30 yaşında çekmiştir : "Yatık Emine" (1974). Ama 70'lerin aşırı siyasallaşmış, tartışmalı ve kavgalı-gürültülü sineması içinde, bu olgun bir dille anlatılmış taşra Türkiye'si hikâyesi hak ettiği ilgiyi görmeyince, Kavur bir beş yıl sinemadan uzak kalacak, ancak "Yusuf ile Kenan" (1979) filmiyle ve bu kez kesin olarak yönetmenliğe geri dönecektir.

Kavur sinemasının dökümünü yapmaya ve geniş, uzun bir yazı yazmaya niyetli değilim. Sadece birkaç cümleyle bir tür Kavur Sinemasına Giriş notları yazmayı istiyorum. Kavur, yarattığı dünyayı genelde kaliteli yazarlarımızdan aldığı destekle yaratabilen bir sanatçımız. Bunların arasında "Yusuf ile Kenan"la Onat Kutlar, "Ah Güzel İstanbul"la Füruzan, "Kırık Bir Aşk Hikâyesi" ve "Göl"le Selim İleri, "Amansız Yol" ve "Körebe" ile Barış Pirhasan, "Anayurt Oteli" ile Yusuf Atılgan, "Gizli Yüz"le Orhan Pamuk, "Akrebin Yolculuğu" ile Macit Koper, "Melekler Evi" ile Feride Çiçekoğlu gibi isimler var. Ama tüm bu filmlerde Ömer Kavur da mutlaka eline kalemi almış ve senaryonun son biçimlenmesine katkıda bulunmuş. Filmlerinden biri, "Gece Yolculuğu" ise sadece onun kişisel bir senaryosuna dayanıyor.

Demek ki Kavur bir anlamda yaratıcı-yönetmen : senaryoya mutlaka katılıyor ve son halini almasına yardım ediyor. Ama öte yandan, en azından esin veya çıkış noktası için ciddi bir yazara ve yazarlık çabasına muhtaç. Ama bu, Kavur filmlerinin birçok ortak özellik taşımasını engellemiyor. Bu ortak özellikler ise onun sinemasını biçimliyor, belirliyor, sınırlarını, hudutlarını ve zengin ufuklarını saptıyor. Bu da kişisellik yolunda az şey değil...

Filmlerine baktığımızda, temel birkaç nokta hemen göze çarpıyor. Öncelikle Kavur'un sinemamızdaki çok az sayıda "yol yönetmenleri"nden biri olduğu gerçeği. Filmlerindeki yol ya da yolculuk sözlerinin çokluğu bile tek başına bunu göstermeye yeterli.(12 filminin içinde iki yolculuk, bir yol, bir de otel'li isim var!)...Filmlerinin büyük çoğunluğu bir gerçeği (somut bir gerçeği ya da soyut bir iç gerçeği) arayan kahramanların öyküsü. "Ah Güzel İstanbul"dan "Amansız Yol"a, "Körebe"den "Gece Yolculuğu"na, "Gizli Yüz"den "Akrebin Yolculuğu"na bu filmlerde, öykünün ana kahramanı uzun bir yolculuğa çıkar ve kayıp birini, bir sırrı, zamana meydan okuyan bir esrarı bulmak için amansız bir uğraş verir.

Kavur ayni zamanda taşranın ve Anadolu'nun betimleyicisidir. Onun "Anayurt Oteli" kadar hiç bir Türk filmi, Türk taşrasındaki o küçük ve kayıp kasabaların iç burucu yalnızlığını ve insanoğlunun o coğrafyada akılla ilişkili sorunlar yaşayabileceği gerçeğini vurgulayamamıştır. Ayni biçimde, "Ah Güzel İstanbul", "Amansız Yol", "Gece Yolculuğu" veya "Akrebin Yolculuğu"nun değişen Anadolu manzaraları veya "Kırık Bir Aşk Hikâyesi", "Göl", "Melekler Evi"nin belli bir yöreye adanmış görsellikleri, ondaki inanılmaz mekân duygusunu, belirli bir mekânı hikâyenin içinde en iyi biçimde kullanma yeteneğini açık biçimde gösterir.

Kavur elbette İstanbul filmleri de yapmıştır. En azından Anadolu'da geçen filmlerinin hemen tümü, İstanbul'da başlayıp sonra taşraya açılır. Ama ayrıca diyelim ki "Yusuf ile Kenan"da veya "Körebe"de anlattığı İstanbul sanki yine taşradır : ancak bu kez İstanbul'daki taşra, en büyük kentimizin bağrına gelip yerleşmiş olan Anadolu...Özellikle "Körebe"de Türkan Şoray'ın kaçırılan çocuğunu sürekli aradığı o izbe gecekondu semtleri, bu temel izlenimin en iyi belirtisidir.

Temaları açısından ise, Kavur bir zaman işçisi, bir saat ustasıdır. Geçen zaman, o zamanın insan hayatıyla o garip ve karşılıklı ilişkisi, filmlerinin bir başka ve belki de temel temasıdır. Bu özellik, belki de ayni temalara takıntısı bilinen değerli yazarımız Orhan Pamuk'un damgasını taşıyan "Gizli Yüz"de çok belirgindir. Ve bu, film boyunca görünen saat kuleleri, irili-ufaklı cep ve kol saatleri gibi görsel motiflerle filmin yüzeyine de yansır. Ama, belki o filmden sonra daha da bilinçli olarak, Kavur bir saat ve zaman yorumcusuna dönüşür ve özellikle "Akrebin Yolculuğu"nda bunu doruk noktasına taşır. O sanki bir zaman kuyumcusudur artık ve Konfuçyus'den Proust'a ve oradan Einstein'a zamanın göreceliği ve kavranamazlığı üzerine felsefeler üretmiş olan her çağdan ve her ulustan dahi yaratıcıların sinemamızdaki alçakgönüllü ve görsel bir temsilcisidir.

Ömer Kavur, sinemamızda, hikâyelerin görünürdeki anlamını aşıp daha derinlere gitmeyi deneyen ve seyirciye sorular sordurabilen sayılı yönetmenlerden biridir. Onun sineması kişiseldir, yoğundur, ama bu içine girilmesi zor ve insanı zorlayan bir sinema değildir. Onun çok olgun sinema işçiliği, star sistemine sırt çevirmemesi ve filmlerinin en azından görünürdeki sürükleyici entrikaları, bu filmleri kitlelere de ulaştırır.

Ne yazık ki günümüzde Türk sinemasına ve de sanatına adeta ihanet içinde bulunan bir TV anlayışı, sinemamızın 1980'lerden sonraki hemen tüm filmlerini sanki seyirciden saklıyor, kaçırıyor ve diyelim ki Yılmaz Güney, Zeki Ökten, Şerif Gören, Erden Kıral gibi birçok yönetmende olduğu gibi onun filmlerini de genç kuşaklar için izlenemez olmaya mahkum ediyor. Ne diyelim ? Televole kültürüne tümüyle teslim olmuş bu ihanet içindeki anlayış umarız ki eninde sonunda sona erer de, insanlarımız 1980'ler sonrası Türk sinemasının aralarında Kavur'un eşsiz filmleri de bulunan yapıtlarını rahatça izler hale gelir.




Kaynak
Atilla DORSAY
Avrupa Filmleri Festivali Katalogu. 2002